Sudan bahanelerle demokrasiyi askıya alarak, meclisi feshederek, meşru iktidarı silah zoru ile alaşağı eden bizdeki askerî cuntalar, bütün bu cürümleri işledikten sonra da ekranlara çıkarak şu mealde açıklamalar yaptılar:
“Çok değerli vatandaşlarımız! Elbette, sürüp gitmekte olan bu anarşiye seyirci kalamazdık. Siyasî iktidarın ve diğer partilerin, bu işlerin üstesinden gelemeyeceklerini bildiğimiz için mecburen idareye el koyduk. Anarşiyi bitirip, Türkiye’de huzuru sağladıktan sonra siyasî partilere tekrar izin vereceğiz…”
Hiçbir haklı dayanağı olmayan bahanelerle 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar, hemen her alanda yaptıkları tahribatlarla, hukuksuz, keyfî uygulamalarla nice mağduriyete sebep oldular.
Kısaca, Türkiye’yi, içinden çıkılması mümkün olmayan sıkıntılara sürükledikten yıllar sonra bu işlerin içinden çıkamayacaklarını anlayınca, siyasî partilere getirdikleri yasakları kaldırmaya karar verdiler.
Görünürde yasakları kaldırdıklarını ilân eden darbeciler, getirdikleri hukuk dışı, keyfî uygulamaların ilânihaye devam etmesi için bazı sinsi senaryoları ve devreye soktular.
Sivil siyasîlerle yaptıkları pazarlıklar neticesinde, kendi emel ve isteklerini yerine getirecek olan siyasî liderin merhum Özal olduğuna karar verdiler.
Merhum Demirel ile yakınlığıyla bilinen ve muhafazakâr kimliğiyle tanınan Özal, bir taraftan darbecilerin hukuksuz, keyfî uygulamalarına hiç dokunmadan, bunu da millete sezdirmeden ustaca devam ettirmek suretiyle darbecilerin gözüne girdi. Diğer taraftan da kendini hem dindar, hem de demokrat olduğunu millete kabul ettirdi. Neticede, darbecilerin tazyiklerinden nefret eden milletin “Denize düşen yılana sarılır” misali desteğini alarak iktidara geldi.
Demokrasiyi katleden darbeciler sayesinde iktidara gelen Özal da darbecilere verdiği sözlerin gereği olarak, siyasî yasakların kaldırılması için yapılan referandum için yaptığı mitinglerde yasakların devamı yönünde tercihte bulundu. Ama merhum Demirel’in, “Konuşan Türkiye” sloganlarıyla yaptığı mitinglerin sayesinde, refarandumda yasakların kalkması sonucu çıktı.
Mevcut partiye iktidar yolunun açılmasının serencamının da aşağı yukarı Özal’ın iktidara taşınması hikâyesine benzediğini görüyoruz. Ordu içindeki; millet iradesine saygı duymayan, demokrasiyi içlerine sindirmeyen bazı cuntacı askerler bu defa, açıktan meşru iktidara karşı darbe yapmak yerine, 28 Şubat’ta, adına “Postmodern darbe” denecek şekilde, iktidara yaptıkları tehditlerle ve şantajlarla, verdikleri muhtıralarla bütün siyasî kadroları tasfiye ettiler.
Hâl-i hazırdaki cumhurbaşkanı da, hem geçmişte maruz kaldığı bazı mağduriyetler, hem dindar kimliği üzerinden ve aynı zamanda demokrasiyi, adaleti, hak-hukuku tesis edeceği vaatleriyle milleti ikna etti. Millet de, kendilerini gerici, mürteci yobaz diyerek damgalayan cuntacıların bu gibi hakaretlerinden kurtulmak için, şimdiki partiyi iktidara taşımış oldu.
Yıllar sonra getirdiği tek adam rejimiyle, başta adalet, hak-hukuk meselelerinde işlediği keyfî uygulamalarla nice mağduriyete sebep olan bu iktidarın, bu milleti, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş hâle getirdiği çok sonra anlaşılmış oldu.