Üstad Bediüzzaman’ın tespitiyle, insanlar kendileri tam dindar olmasalar da idarecilerinin dindar olmalarını isterler.
Kendilerini idare eden idarecilerinin dindar olduklarını görünce onlara itaat ederler, dindar olduklarını görmezlerse taraftar olmazlar.
Bilindiği gibi sıradan ehl-i din için dindarlığın ölçüsü, başta namazı ve diğer dinî vecibeleri yerine getirmek ve haramlardan kaçınmak olsa da, milleti idare etmek makamında olan idareciler için, bilinen dinî vecibelere ilâve olarak, “Devletin dini adalettir.” diye işaret edilen, bütün vatandaşlara eşit yani adaletli olmak zorunluluğudur.
İdareciler açısından, “adalet”, önceliklidir. Şahsî ibadetler ve dindarlıklar insanların yalnız kendilerini alâkadar eden vecibeler olsa da, idareciler için adaletli olmak, kul hakkına riayet etmek keyfî bir mesele değil; bir mecburiyettir.
Adalet, hak hukuk neden bu kadar önemlidir? Çünkü ülkelerin geleceği, milletlerin huzur ve sükûnu, ancak idarecilerinin herhangi bir kayırmacılığa, hukuksuzluğa sapmadan bütün vatandaşlara tam bir adaletle muamele etmeleriyle mümkündür.
Adaleti dikkate almayan idareciler, dinin bilinen diğer vecibelerine takva derecesinde riayet de etseler raiyetlerine karşı yüklendikleri sorumluluklarını yerine getirmiş olamazlar.
Bütün vatandaşlara eşit davranmakla sorumlu olan idareciler, kendilerine taraftar olanlara devletin bütün imkânlarını peşkeş çekip diğer taraftan kendilerine muhalif gördüklerine de üvey evlat muamelesinde bulunuyorlarsa yüklendikleri sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmemiş olurlar.
İdeal olan, elbette, bizi idare edenlerin hem dindar olmaları hem de adaletli olmalarıdır. Dikkate almamız gereken bir husus var ki, Üstad Bediüzzaman’ın; “... din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihîn’den başka siyasetçi, ekserce tam müttaki, dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttakî olanlar siyasetçi olmazlar.” tespitleri ışığında; günümüzde hem tam dindar, hem de tam anlamıyla adalet ile muamelede bulunan idarecileri bulmak âdeta imkânsız hale gelmiş.
O halde ülkeyi idare makamında olan idareciler için aranan özellik, şahsi salâhatten önce, adaletle beraber maharet olmalı.
Göz önünde tutulması gereken bir durum da şudur ki; adaletin yanında, milleti idare makamında olanlarda gerekli tecrübenin, kabiliyetin ve maharetlerin bulunması şart. Bu gibi özelliklere sahip olmayan, acemi, beceriksiz, basiretsiz, hünersiz idarecilerin adaletle hükmedip, huzur ve sükûn içinde ülkeyi idare etmeleri mümkün değil.