Bediüzzaman büyük günahları şöyle tespit ve tasnif eder: “Ekberü’l-kebâir ve mûbikat-ı seb’a tâbir edilen günahlar yedidir.” Bunlar: “Katl, zinâ’, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sılâ-i rahîm), kumar, yalancı şehâdetlik, dine zarar verecek bid’alara taraftar olmaktır.”1 Bu büyük günahları sırasıyla inceleyelim…
Katl: Bir şahsın hayatına haksız yere son verme, adam öldürme suçudur. Bu nedenle katl İslâm dînince büyük günahlar sınıfına dâhil edilmiştir. Esâsında günahların en büyüğü Allah’a şirk koşmaktır. Bundan sonra ikinci dereceyi alan günah ise, fitne ve fesâd çıkarmamış, kan dökmemiş masum bir insanın hayatına son verip, canına kıymak, onu öldürmektir. “Kim bir insanı (suçsuz yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de suçsuz bir insanı ölümden kurtarırsa, sanki bütün insanları ölümden kurtarmış gibidir!”2 ayeti suçsuz bir insanı öldürmenin ne kadar şenî’ bir fiil olduğunu ifâde ediyor.
Katl ve cezâsı
Katl ve kıtal, kuvve-i gadabiyenin tecâvüzüyle vukû bulan bir fiildir. İnsan, bir dakika intikâm lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker. Böylece “İnsanın katl gibi zâhirî ve ihtiyârî olan fiilleri, nefsin meyelânına intiha eder.”3 Çünkü; bizim kesbimiz, mübaşeretimiz, meyillenmemiz masdar(kaynak, menba) olur, kàtil sıfatını da biz alırız. Bu nedenle “Sene 365 gün hesabıyla, bir dakikada katl, yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakîka hapis iktizası kànûn-u adalet…”4 olarak Risale-i Nur’da hesap edilmiş. “Madem bir dakîka katl, on beş sene cezâda (sekiz milyona yakın dakîkada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür.”5 Buna göre “Bir dakîkada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer.”6 Bundan da anlaşılıyor ki bir dakîka hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakîka hapis cezâsını çektirir. “Hem hiçbir hükûmet iki cezâyı birden vermez. Bir kàtili ya hapse atar veyahut idam eder. Hem hapisle cezâ, hem idamla cezâ bir yerde vermek hiçbir usûlde yoktur.”7
Adalet hakîkati
Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İdârede kuvvet kànûnda olmalı ve ilimde de kuvvet hakta olmalı. Yoksa istibdat hükümferma olur.”8 Buna binâen “Adliyede, adalet hakîkati ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâtefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazîfesi hükmettiğine binâendir ki, İmâm-ı Ali (ra) hilâfeti zamanında bir Yahûdî ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar. Hem, bir adliye reisi, bir memuru kànûnca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zâlim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakîkada o memuru azleyledi. Hem çok teessüf ederek dedi: “Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyâtını karıştıranlar pek çok zul- metmişler.” Evet, “Hükm-i kànûnu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâ- lim olur. Hatta, kısas cezâsı da olsa, hiddetle katletse, bir nevi kàtil olur” diye, o hâkim-i âdil demiş.”9 “Çünkü şerîat namına, kànûn-u İlâhî hesabına kesseydi, nefsi ona acıyacaktı. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.”10 Bundan başka “Eğer hâkim şahsî hiddet edip bir kàtili katletse, o hâkim kàtil olur. Demek adliye memurları, hissiyattan ve te’sîrât-ı hâriciyeden bütün bütün âzade ve serbest olmazsa, sureten adalet içinde müthiş günahlara girmek ihtimali var.”11 İşte, mahkemelerde böyle hâlis ve garazsız bir hakîkat hükmetmelidir.
Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, s. 534.
2- Maide Suresi: 32.
3- İşârâtü’l-İ’câz, s. 121.
4- Lemalar, s. 645.
5- Şualar, s. 374.
6- Age, s. 374.
7- Mektubat, s. 731.
8- ESDE, Makalat, s. 61.
9- Şualar, s. 606.
10- Mektubat, s. 453.
11- Müdafaalar, Eskişehir Mahkemesi (1935)