Selim Ali, ömrün yani günlerin nasıl geçiyor? Doğrusu yaşadığının ne kadarının farkındasın?
Günde, haftada, ayda, yılda, ömürde çok özel zaman dilimleri vardır. Aslında her ân sonsuz ve paha biçilmez bir hediye… Dünyayı versen bir nefes/ini satın alamazsın. Bize bedava verildiği için çok da farkında değiliz; bu da ayrı bir mesele…
Bir şey ele ne kadar kolay geçmişse o derece farkında olmayız olanların, diyor Bilgin Abi.
Bak; bunca yıl kaç sabah uyandık da kaçı pırıl pırıl gözlerimizde takılıp kalıyor?
Ve gelip nereye kayboluyor bu sessiz sedasız kolumuza girip giden vakitler?!
Bir gün o vaktin birinde, bir yerinde biz de gideceğiz; burda kalacak doğan günlerin sevinci; batan günlerin hüznü.
Selim Ali, köşesi, kulpu olmayan zamanların içinden geçerken hayatın belirgin renkleri gözlerimizden gönlümüze akar.
Bir sabaha uyanıyoruz; bir ölümün ardından. Kalmışsa horoz seslerinden bir selâm dolar kulaklarımıza. Ezanlar karanlığın pasını, uyuşukluğunu siler temizler. Bu yeni bir hayattır; dün çoktan bitmiştir. Uykunun sıcaklığı suların serinliğinde bulur kendini. Yeniden yeniye bahşedilen bu hayata, doğmaya, paha biçilmez hazineye secdelerce teşekkür, teşekkür, teşekkür…
Kuşların bu sevinç senfonisi de bir memnuniyet çığlığı değil mi!
Ve vakit yürür. Çocukluk, gençlik nasıl geçerse geçmiştir; güneş ta tepeye çıkmıştır. Beni buralara getiren gücün elbette farkındayım. Yine secdeler çağırır beni.
Artık yorulmaktayım. Yolun yarısını çoktan geçmekteyim. Gün dağların ardına yürümektedir. Günün pırıllığı sarıya boyanırken minareler vedânın izlerini döker içimize. İnsan gibi beli bükülmektedir günün.
Zamanın da beti benzi solar böyle. Gün; rükûya, sücûda evrilir çevrilirken ben nasıl azâde olabilirim!
Güne benzemeliyim. Benzedim de zaten. Dişlerim, düşlerim, saçlarım azaldı, ağardı, soldu sarardı. Kırlangıçlar güne vedâ söylenişlerinde…
Gün kararıyor. Birazdan dün olacak. İstesen de istemesen de zaman ölüyor. Ömrünün nasıl da güne benzediğini gör. Nefeslerin ta buralara kadar elinden tutup getirdi seni. Biliyorum; yorgunsun. Güne, güle güle demenin vakti. Gün soldu; ay doğdu. Bu olanların paha biçilmezliğini daha daha dersem çoksunma, ha! İnsan unutur.
Sabahtan buralara gelmenin adını yine secdelerde pekiştirmen gerekir. Yorgun bedenlerin eve dönüşlerini görüyorsun. Gözlerinin akşamın alacasına büründüğünü aynalar söylesin.
Simsiyah bir perde artık zaman. Sen sana kalmak üzeresin. Telâşeler bir köşeye çekildi. Hele şehirlerin uzağında sessizlik, gece en sağırların bile duyduğu olur. Ölümün rengini, sesini, sadeliğini, yakındaşlığını, sırdaşlığını, sıra dışılığını yani hayat ile yan yana gezdiğini görmedim deme. Yalnızlığına en candan arkadaş secdeler olduğunda ölüm korkuların gecelerin ötelerine dağılıp gider. Secdelerin; işte bu vakitlerin hazine olduğuna silinmez mühürlerini vurur. Secdelerde durulur zamanlar. Bu baş vakitlere serpelenen beş vaktin nasıl bir hazine olduğunu secdelere eğilmeden göremeyiz.
Ben de Bilgin Abi de Selim Ali de gecenin fısıltılarını dinlemek için kaybolmuştuk âdeta. Gecelerin korkunç olmadığını anlatma sırasına girmişti yıldızlar. Ne dedin Selim Ali? Ay imamlığında, gece seccadesinde yıldızlar sabaha kadar namaza mı durdular?