Nasıl bir felaket asrında yaşadığımızı şu ifadelerden anlıyoruz.
“Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor...” Bu durum aynı şekilde devam ediyor. İnkârın, dalâletin, nifakın yol açtığı tuğyan, toplumsal çürüme, günahların her çeşidi, ahlâksızlık, sapkın akımlar devam ediyor.
Bunlardan “Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder.. fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.” bu da hâlâ geçerlidir. İnsanların çoğu şaşkın ve korkuyorlar, fakat güvenilir çıkış yolu bulamıyorlar.
Çözüm ise “Bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irae etmektir.” Bundan dolayı Üstad’ımız, “Elimizde nur var, topuz yok, yüz elimizde olsa nura kâfi gelir” diyor. Bunu kendi talebelerine söylediği gibi, avama, hatta kendine zulmedenlere de defalarca söylüyor. Yine bunu, hayatının sonlarına doğru, menfî hareket eden bir talebesine “bizim vazifemiz müsbet harekettir, menfî hareket değil” diye belirtiyor.
İslâmî kesimin genelde yaptığı yanlış ise “Ben bakıyorum ki; yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki o bîçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de; bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam ‘Acaba nurla beni celbedip, topuzla dövmek mi istiyor?’ diye telaş eder. Hem de bazan arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner.”
Elimizde nur olduğunu, elimizde güç, siyaset, menfaat topuzu olmadığını bütün topluma anlatmak gerekir. Çünkü toplumun çoğu avamdır, ehl-i tahkik değildir. Açıklamasan, başkaları ile olan farkı açıkça ortaya koymasan, avam, başkaları ile Risale-i Nur’u karıştırır. Bediüzzaman Said Nursî ile, topuzcuların yolunun aynı olduğunu zanneder.
Son yıllarda, “Siyasetli cemaatler” ile “Siyasal İslamcıların” ve diğer birçok İslâmî kesimin meşru olmayan işlerinden dolayı birçoklarının artık İslâmî kesime olan güveni sarsılmış, hatta dine bile şüpheyle bakar hâle gelmişler. Dini, sanki istismar etmeye, yanlış yapmaya müsait olarak gördüklerinden, dinin eşiğinde olanlar dinden uzaklaştılar.
Birilerinin yanlışları ve menfî hizmet metotları ile Üstad’ımızın müsbet hareketi karıştırılıyorsa, bunun kalın çizgiler ile ayırmak, menfî hareket edenlerin Risale-i Nurlar ile alakasının olmadığını açıkça ortaya koymak gerekir. Bu ayrım açıkça ortaya konulmasa, avam bu ayrımı yapamaz. Bu ayrımı yapamayan milyonlarca insanın Risale-i Nurlar’dan uzaklaşmasının vebalinden korkmalı. Buradaki tehlikenin ne kadar büyük olduğu görülmelidir.
Bunu ortaya koyması gereken de, diğer Nur cemaatlerinden ziyade, elinde gazetesi olan bizleriz. Çünkü bizim medya araçları ile topluma ulaşmamız daha kolaydır. Bu bizim üzerimizde en öncelikli bir sorumluluktur. Sadece şer cephesini değil, bununla birlikte yapılan hatalar, ihmaller, hatta sû-i zan oluşmuş bir zemin varsa, bunun izalesine çalışılmalıdır.
Bu insanlara Risale-i Nurlar’a her cihetten güvenebilecekleri, Risale-i Nurlar’ın ve Nurcuların hedefinde, devleti, gücü, maddî imkânları ele geçirmek olmadığı anlatılmalıdır. Bu insanlara Üstad’ın hayatı, ilmi, istikâmeti, ihlâsı, dinin hiçbir hakikatini, siyasî, dünyalık, hiçbir şeye alet etmediği anlatılmalıdır.
Üstad’ımızı, yine kendi ifadeleri ile anlatmaya devam etmelidir. “İşte ben de nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için ‘Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase’ deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sarıldım. Gördüm ki: Siyaset cereyanlarında hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telakkiyat-larından müberra ve sâfî olan bir makamda verilen ders-i Kur’ân ve gösterilen envâr-ı Kur’aniye’den hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir...
Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor.”
Bu nurlara hizmet etme vazifesi, kıyamete kadar devam edecek bir vazifedir. İçtimaî ve siyasetle alakalı vazifeleri de yine verilen ölçüler doğrultusunda, “muktesid siyaset” çizgisinde, tarafgirlikten uzak durarak, kararında yapmalı. Bunu yaparken, bunlar topuza dönüşmemeli, nurun yerini ve önceliğini almamalı, nur’a zarar vermemelidir. Bilhassa avam baktığında nuru görmeli, emniyet içerisinde nur olan Kur’ân’ın hakikatlerine gelmelidir.
Bu öncelikli vazife korunduğun da, içtimaî ve siyasete bakan sonraki vazifeler de, daha az bir söz ile, çok daha fazla karşıya tesir edecektir. Verilen ölçüler, çok daha fazla insana ulaştırılacaktır.