Hadiselerde, makul ölçüler içerisinde doğrunun yanında, yanlışın karşısında olmak önemlidir.
Bununla birlikte haklı dahi olunsa, sürekli yanlışı ve menfi’yi gündemine taşırsan, artık gündemin o olur. O senin davan olmaya başlar. Geriye müsbeti, doğruyu, hakkı anlatacak bir gündemin ve zamanın kalmaz.
Sürekli karanlığı konuşmak, sürekli yanlışları konuşup, onu aşırı bir şekilde gündeme taşımak, en başta, öncelikli olan iman, Kur’ân hizmetini geriye iter. Sonra, itidal, istikamet, muvazene, insaf kaybolmaya başlar. Sonra, yanlışlar ile mücadele gücünü, ümidini ve sözün tesirini kaybetmeye başlarsın. Sonra, aşırı bir şekilde gündeme taşınan tâlî meselelerde, bitmeyen gereksiz tartışmalar başlar.
Enerji, bu gereksiz ve gerginliklere yol açan tartışmalarda zayi olur gider. Üstadımız ısrarla, “Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin!” diyor. Çünkü, siyasî ve hariçteki meselelerin üzerinde çok fazla durulduğunda, böyle bir tehlike var.
Bu ahirzamanın en büyük meselesi sağlam bir imanı kazanmaktır. Bu öncelikten dolayı, Üstadımız “zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanı, imanı kurtarmak zamanıdır” demiştir. Evet, zaman tarikat zamanı olmadığı gibi zaman, (muktesit mesleğe uygun olmayan) siyaset zamanı da değildir. Zaman yersiz tartışmalar ile, harice bakan meselelerde ayrışma zamanı da değildir.
Bu doğrultuda, Risale-i Nur’un ne kadar öncelikli ve önemli olduğunu şu ifadelerden anlıyoruz.
“Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: “Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve vilayat-ı şarkiyeye, Şeyh Sünûsî yerine vaiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun?” dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, her birisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.”
Üstadımız, zulmün zirvede olduğu en ceberut dönemde yaşamış. Yanlışa nasıl karşı gelinir, zulme nasıl karşı konulur, onlarca ölçüsünü vermiştir. Risale-i Nurlar ve bu hizmetler, o en zulümlü dönemdeki doğru hizmet metodu sayesinde sonucu ortaya çıkmıştır. Bunu, onların zulümlerine karşı çıkmak ile beraber, onların çekmeye çalıştığı siyasî kavgalara girmeyerek, “müsbet hareket” ile yapmıştır.
Tek parti, tek partinin en zulümlü dönemi, yüzlerce zulümler işlenmiş, milyonlarca mazlum var. Üstadımız bunlara kayıtsız kalmayıp, sürekli adaletin üzerinde durması ile birlikte Risale-i Nurlar’da, Üstadımızın hayatında bunlar ne kadar yer almıştır acaba? Şeyh Said Hadisesi, İstiklal Mahkemeleri, İskilipli Atıf Hoca’nın asılması, şapka için idam edilenler, Dersim katliamı ve daha nice zulümler ve tahribat, Risale-i Nurlar’da ne kadar yer almaktadır?
Üstadımız, bütün hayatı boyunca, yaşanılan onlarca zulüm karşısında, “müsbet hizmet” hareketini koruduğu gibi İslâmî kesimden menfî hareket edenler ile de arasına da kalın çizgiler çekmiştir.
Kendisi, önceliğin yerini almayacak, tahkik-i iman mesleğindeki önceliklere hizmet edecek şekilde içtimaî ve siyasî meselelere ait ölçüleri de vermiştir. Siyasîlere ve millete yol göstermiş, siyasetin dine dost olması gerektiğini, dinin siyasete alet edilmemesini ve istibdadın nasıl bir belâ olduğunu anlatmıştır. Bunu yaparken de aşırı, faydasız, tarafgirane, asli hizmetlere zarar veren bir hareketten kesinlikle uzak durmuştur.
Yoksa, aşırısı zarar verir, ilâç olsa bile aşırısı zarar verir. Yanlışta giden veya hakikati arayan milyonlarca insanı, muhalif olarak karşına alıp, onların damarlarına sürekli dokundurursan, sadece onları daha fazla yanlışın içerisine itersin.
Bize lâzım olan herkese ulaşmamızı sağlayacak İslâm’ın hakikatlerini anlatan davet ve tebliğci kimliğidir. Bunun içerisinde makul ölçüler içerisinde yanlışa yanlış demek ve adaletin tesisini istemek zaten vardır.