İnsan bu dünyaya bir misafir gibi geliyor. Gözünü açar açmaz etrafına bakıyor, sorular sormaya başlıyor.
“Ben kimim? Nereden geldim? Bu koca dünya niçin var?” gibi sorular, her insanın kalbinde kendiliğinden beliriyor. Çünkü insan, hakikati aramak için yaratılmıştır. Bu arayışta Allah insana büyük bir nimet vermiştir. Bu da, akıldır.
Akıl, doğru kullanıldığında insanı hakikate götüren çok güzel bir rehberdir. Ama tek başına yetmez. Kalp, vicdan ve akıl beraber çalışırsa insan doğruyu bulur. Üstad, aklın bu yönüne hep dikkat çeker. O der ki, akıl tek başına bazen yanlış yollar seçer. Bu yüzden aklın yanında Kur’ân’ın ışığına, peygamberlerin yoluna ihtiyaç vardır.
Bugünlerde teknoloji çok ilerledi. Her gün yeni bir cihaz, yeni bir program, hatta “yapay zekâ” dediğimiz akıllı makineler çıkıyor. İnsan gibi düşünen robotlardan bahsediliyor. Ama ne kadar gelişirse gelişsin, bu makinelerin bir kalbi yok, bir vicdanı yok. Onlar, ancak insanın yazdığı kadarını bilir, gördüğü kadarını hesaplar. Hakikati aramak, insan gibi sorgulamak onların işi değil.

Üstad’ın bize hatırlattığı gibi, “İlim ve fen ne kadar ilerlese de, insanın en büyük ihtiyacı iman ve marifettir.” Teknolojiyle hayat kolaylaşır, bilgiler çoğalır ama kalp yine huzur arar. Çünkü insan sadece akıldan ibaret değildir, ruhu da vardır, vicdanı da vardır.
Yeni Asya’nın da hep vurguladığı gibi, insan hür düşünmeli, aklını çalıştırmalı ama kaybolmamalı. Teknoloji insana hizmet için var, insan ise hakikati bulmak için. Bilgisayarlar, robotlar, akıllı cihazlar insana yardım eder ama insanı mutlu edemez. Gerçek mutluluk, insanın kendini, Rabbini ve hayatın gayesini tanımasıyla olur.
Velhasıl, akıl bir anahtar gibidir. Kapıları açar ama hangi kapının ardında hakikat var, onu gösteren Kur’ân’dır. Teknoloji bu yolculukta sadece bir araçtır. Gerçek zekâ, insanın Allah’ı tanıması ve O’nun yarattığı bu muhteşem kâinatı hayretle seyretmesidir. İşte hakikî huzur da burada başlar. Vesselam…