Rasulullah (asm), “Ben, ancak bir insanım. Davalarınızı bana getiriyorsunuz. Bazılarınız delilini ifade etmede bir kısmınızdan daha başarılı olabilir ve ben de ondan dinlediklerime göre karar veririm. Şayet ben herhangi birine kardeşinin hakkı olan bir şeyin verilmesine hükmedersem, o kimse bunu almasın. Çünkü ben [bu hükümle] ona ateşten bir parça vermişimdir. ” buyurur.
Hadiste, bir meseleden dolayı, iki taraftan birisinin kendi iddiasını güzel anlatması, diğerinin haklı olmasına rağmen anlatamamasını ve karar vericinin de, burada kendini iyi anlatanın lehine yanlış karar verse bile, bunun sorumluluğunun, onun üzerinde olduğunu belirtir.
Ya bu, bir meselede iki taraf değil de, sürekli tek taraflı bilgi akışı ile olursa, farklı düşünen diğer tarafa ifade, anlatma fırsatı verilmese, buradaki vebal çok daha büyük olmaz mı? Burada, toplumu, cemaatleri, karar vericileri, meşveretleri tek taraflı bilgi akışı ile etkilemenin yanlış olduğunu anlıyoruz.
Aslında, yaşanılan birçok problemlerin altında yatan budur. Bir tarafın sesini duyuramamısıdır. Bu ise zamanla büyüyüp ciddî problemlere sebep olmaktadır. Belki, farklı düşünenlere fırsat verilse, fikirlerini yazıp söyleyebilseler, zaman içerisinde birçok problem çözülecek, birçoklarında makul bir çizgide buluşulacak, uzlaşılmayan bazıları da zamanın tefsirine bırakılacaktır.
Tek taraflı bilgi akışı için Risale-i Nurlar’dan delil getirilmesi de, insanı haklı çıkarmaz. Çünkü, farklı düşünenlerin de Risale-i Nur’dan delilleri var. Risale-i Nur’u okurken, Risale-i Nur bize ne diyor diyerek okunması gerekirken, bazen bu, önceden kabul ettiklerimizi Risale-i Nurlar’a tasdik ettirmek için okunuyor. Hâliyle, bir mesele ile alakalı Risale-i Nurlar’da bulunan bütün bilgi ve delillere bakmadan, bağlamından koparılarak alınan deliller, yeterli olmayabilir.
Bundan dolayı, doğru bilgi akışı ile, “Haklı şûra ihlâs ve tesanüdü netice verir” ölçüsü ile, hakkı verilerek yapılan meşveretler çok önemlidir. Yoksa, sürekli tek taraflı bilgi akışı ile meşveretler yapıldığında, bu, meşverete katılanları ve yapılan meşveretleri etkileyecektir.
Hem, farklı fikirlerin olması normaldir. Aynı eserlerin okunmasına ve aynı yerde olunmasına rağmen, değişen içtimaî ve siyasî meselelerde, herkesin, her zaman aynı düşünmesi mümkün değildir. Bu anlaşılmadığında, her yeni hadise, yeni tahribatlara yol açacaktır. Bundan dolayı tehlike farklı fikirlerde değil, onu tehlikeli görmekte, sürekli bahsedilen demokratlığı anlayamamaktadır.
Bütün bunlar yeterince anlaşılmamış olacak ki, önceki yazılarımdan dolayı, bazılarında, o menfî hareket eden yapının fanatikleri ile birlikte hakarete varan bir tahammülsüzlük gördüm. Hâlbuki yazdıklarımın özeti, “Menfî hareket edenlerinin yanlışlarından dolayı Risale-i Nur’un müsbet hareketi zarar görmesin” idi.
Burada eleştirilen bir cemaat değil, kendi tabanının da dışında, Risale-i Nur’u da etkileyen, menfî hareket eden bir yapıdır. Yine konuştuğumuz, onların niyetleri değil sadece zahirde gördüğümüz yanlışlarıydı. Bu yanlışlar, ciddî manada Risale-i Nurlar’a zarar vermeseydi, yine bu da bizi fazla ilgilendirmezdi.
Bugün iktidarın dinî değerleri istismar etmesi ve bu “menfî hareket edenler”den dolayı, milletin İslâmî kesime olan güveni çok fazla sarsıldı. Bu menfî hareket edenler yüzünden, milyonlarca insan Risale-i Nur’un müsbet hizmet hareketini, başkalarının menfî hareketi gibi zannetmekte ve bundan dolayı Risale-i Nurlar’dan uzak durmaktadır.
Muhakkak bunun sebepleri üzerinde durmak, susarak da olsa menfî hareket edenleri desteklememek gerekir. Yaşanılan adaletsizliklere karşı çıkıp, mazlumları savunmakla birlikte, mazlumun arkasına saklanmış, suça bulaşmış bu yapıya bir şey denmediğinde, bu, suça bulaşmış olanları da savunmak olarak görülecektir. Bunu görenler, bizleri de suçlunun yanına koyacaktır. Bu ise hizmetlerimize, Risale-i Nur’un müsbet hareketine, mazlumlara zarar verecektir.
Dahası, bu menfî yapının siyasete ve devlete bakışıyla, bizimkinin çok farklı olmasıdır. Onlar, menfaat olduğunda düşmana bile yanaşır; menfaatler çatıştığında, karşıdakini indirmek için darbeden siyasî operasyonlara, terörle bağlantılı olan partileri desteklemeye kadar birçok yola teşebbüs ederler.
Üstadımızın bizlere verdiği ise “ölçüler” ve “muktesid siyaset” çizgisidir. Bizler siyasetin aktif oyuncusu değiliz, verilen ölçüler doğrultusunda siyasete bakarız. Bizlerde, onlardaki gibi ölümüne muhalefet, ölümüne düşmanlık olmadığı, “Necaset kirli su ile temizlenmez” ölçüsüyle hareket edildiği için siyaseten iki büyük yanlıştan birisini seçmek zorunda değiliz. Yoksa onların yanlışlarının üzerimize yapışmasından kurtulamayız.
Ayrıca, yine onlardan farklı olarak, davet ve tebliğin öncelikli olarak halka yapılmasına inanırız. Bir toplumun düzelmesi tabandan başlar. Yanlış bir iktidarın gidip, doğru bir iktidarın gelmesi önemlidir. Bununla birlikte, siyasetteki beklentiyi çok yüksek tutup, siyaseti çok fazla gündeme taşıyarak, bununla sanki her şey düzelecekmiş algısının oluşmasından uzak durulmalıdır.
Önemli bir husus da, hakperestliğin gereği olarak, haberleri verirken, tek taraflı vermemeye dikkat edilmesidir. Bir meselede sürekli sadece doğrular veya sürekli sadece yanlışlar verilirse, tek taraflı verilen haberlerde mübalağa olur. Mübalağa ise gizli bir yalan olduğundan, bu, zaman içerisinde fikirler de, alınacak tavırlar da aşırılığa yol açacaktır.