En sevdiklerinizi gönderdikten sonra, hiçbir şey kaybetmemişçesine yola devam mı edecektik? İhtiyarlık bizi mi değiştirdi, yoksa değişim bütün insanlarda mı?
İlginç bir tevafuk... Vuslata rıhleti geçen hafta yazarken, arkasından acı ve hüzün bırakacak bir başka rıhleti yazacağımı hiç tahmin edememiştim. Üniversiteden mektep arkadaşım, şu mübarek cemaat içinde yoldaşım ve daha sonra Avrupa’da haldaşım olan Salih Çökren Ağabey’in ayağa kalkıp doğrulmasına duâ ederken, rıhlet haberini aldık.
Yine garip bir tevafuktur ki, yekdiğerine Kur’ân dâvâsında samimî dost, kardeş ve yoldaş olan birinci Salih’i de kısa bir müddet önce aniden vefat etmişti. Pandeminin aralıklarında onu Aydos’a beklerken, o hakikî dosta gitmeyi tercih etmiş ve bize duyurmadan “Hakikî Dost’a” yürümüştü.
İkinci Salih de nihayet aynı yolu takip ile “Dostlar dostuna” gitmeyi biz fanilere tercih etti…
Risale-i Nur’un neşrinde iki kahramanı uğurlarken, Üstadımızın “bir ölür bin diriliriz” sözünü vird gibi tekrarlamak istiyoruz. Çökren Ağabey ile aynı zamanda meslektaştık. İlmini ve mesleğini Risale-i Nur hizmetlerinde en güzel bir surette kullandığına şahit olanlardanız. Yeni Asya Araştırma Merkezi onu hep rahmet, mağfiret ve de hüzün ile anacaktır. Salih Oral Ağabey’in hayatı, eski Nurculuğun macera ve destanıyla doluydu. Bir mücahit gibi, Kur’ân ve iman dâvâsını gaflet ile sola dalmışlara karşı müdafaa ederken, evlâd-ı fatihan olduğunu isbat etmişti. Balkan’a yaslanmış Kırcaali’nin bu yiğit evlâdı, ecdadı gibi dâvâsı uğruna şehadet dâhil olmak üzere her tehlikeyi göze almış ve fedakârlığa katlanmış olarak yetmişlerin üzerine yükseliyordu. Belindeki onca ameliyatlara ve zaman zaman yürümesini engelleyen ağrılarına rağmen, Yeni Asya’yı İzmit ve çevresine dağıtmada, gençliğindeki heyecan ve şevk ile koşuyordu. Onu her gördüğümde şevk, muhabbet, ümit ve heyecan dünyam yenileniyordu…
Gençlik hararetinin fokurdadığı zamanlarda Nur medreselerinde bir ihtiyar gibi yaşamayı bilirsiniz. Bilmeyenler de mutlaka hikâyelerini işitmişlerdir. Veya gençlik heva-hevesinin kişiyi dünya peşinde dörtnala sürüklerken, Nur medreselerinde Kur’ân ve tefsiriyle hem hal, dilinde cevşen ve tesbihat ile geceli-gündüzlü siperinde mücahedeye devam edenlerle karşılaştığınızda; elbette ister istemez dilinizden “işte salih insan!” nidası dökülecektir.
İmam-ı Ali’nin (ra) bu salih insanlardan bahsettiğini Üstadımız çok yerlerde beyan ediyor. Ve onlardan istikamet ve tesanüd ile devam edenlerin, henüz gençliklerinde bile bir evliya ve kutup derecesine ulaştıklarını yazıyor. Onların kıymetini zamanın dehşetine bağlayan Bediüzzaman, zamanımızda şeriat-ı Muhammediye’yi (asm) ve İslâm şeairini yıkmak üzere hücuma geçmişlerle kucak kucağa çarpışan bu kahramanların dâvâsını ve mücahedesini şöyle tanımlıyor:
“…Risale-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur’âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadları cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü’minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar…” (Mektubat, s. 450)
Kur’ân SALİH kelimesini hem insaniyet-i kübra mertebesine ulaşma ve hem de peygamberlerin vasfı olarak kullanıyor.
Barış manasındaki Salihler de burada önem kazanmış. Hürriyet ve barış Salihlerin alâmet-i farikası değil miydi? Hem Salih Çökren ve hem de Salih Oral Ağabeyleri yakından tanıyanlara sorsanız, onların da -peygamberlik müstesna- bu vasıflarla muttasıf olduklarını söyleyeceklerdir. Kur’ân’ın tasvir ettiği ideal vatan, en güzel yurt ve mekân da bu Salihlerin gittiği yurt değil mi? Böyle olmasaydı, Mısır azizi, saltanatına bedel Salihlerle birlikte olmayı hiç tercih eder miydi?
Bize gelince…
Bu kudsî dâvâ içindeki mücahedede tezkeresini bekleyenler gibi miyiz? Yoksa gidenler gitsin deyip, onların rıhletlerini sebeplere bağlayarak, bu fani dünyada daha çok kalacağını düşünenlerden miyiz? İkinci halimizin gafletle malul olduğu tartışılmaz. Fakat her hal ü kârda bu mevsimin fazla sürmeyeceğini de hissediyoruz. Hüzün ve hirkatle vedasına katıldığımız dostlardan ayrılmanın acısını hep hissedeceğiz. Almanya’nın Köln ve Ahlen şehrindeki masumlar SALİH hocalarını hep bekler olacaklar. Paris, Duesseldorf ve Wetzler’deki dostları gibi… Ve o da, ara vermeksizin âlem-i misalde Nurlar’ı anlatmaya devam edecek.
Akça Camii yanındaki Yeni Asya Bürosu’na uğrayan Birinci Salih Ağabeyimizin dostları da, onu hep mütebessim çehresiyle bekler olacaklar. Ve o ise, bir taraftan yeni basılmış Risale-i Nurlar’ı ve diğer taraftan Nurlar’ın şerhleri mesabesindeki yeni çıkmış yayınları, gelen kardeşlerine tanıtmaya devam edecekler. Tıpkı Hafız Ali (ks) Ağabeyin Denizli Kabristanı’nda yaptıkları gibi…
Yeni Asya’yı mekânın dört bir tarafında bayrak bayrak açarak, doğru İslâmiyet’in müstakim temsilcilerinden olan gazetesinin hadiselerdeki isabetli teşhislerini efkârı ammeye duyurmaya devam edecek. Dedim ya, bir ölürüz ve bin diriliriz. İzmit’teki kahraman dostları bu hakikati geçmişte isbat ettikleri gibi gelecekte de isbat edeceklerdir.