Günümüz nesli, yakın tarihinin gerçeklerini öğrenemedi. Daha doğrusu, kasten ve bilerek öğrenmekten mahrûm bırakıldı. Öğretilenlerin çoğu da, ne yazık ki yalan, yanlış ve düzmeceden ibaret şeyler.
Bu yalan rüzgârına sebebiyet verenlerin başında ise jakoben Kemalistler geliyor. Onlardan general olmuş, hatta genelkurmay başkanı olmuş kimselerin yazdıklarına bakıyorsun, işte o “bilerek ve kasten çarpıtma” örneklerinin nasıl zibil gibi ortalığa boca edildiğini görüyorsunuz.
•
Söz konusu o jakoben ekâbirlerden birine canlı yayında sordular:
- Efendim, Mustafa Kemal’in demokrasiye inancı nasıldı? Demokrasiye bakışı hakkında da biraz bilgi verir misiniz?
Paşa hazretleri bu soruya şu mealde cevap verdi:
- Mustafa Kemal, demokrasiye inanmış bir liderdir. Karşı fikirde olanlara da saygılıdır. Onların da siyaset sahasında bulunmalarını ister. Nitekim, bu maksatla bazı denemeler de yaptı: 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TCF), 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) kurulmasına izin verdi. Ama olmadı. Bu denemeler kötü sonuçlar verdi. İrticaî hareketlenmeler görüldü. Şeyh Said ve Menemen Olayı gibi…
•
Dilerseniz, soru-cevabı bir daha okuyun. Okuyun ki, yakın tarihimizin önünde ne tür bir anlayışın araya perde çektiği daha net bir şekilde görülebilsin.
Sonra da dönüş şu soruların cevabını düşünün:
1- Şayet Mustafa Kemal ve ekibi, ciddi ve samimî şekilde bir demokrasi anlayışına sahip olmuş olsalardı, ismi geçen partilerin hiç olmazsa seçime katılmalarına yardımcı olmaları gerekmez miydi?
2- Aynı kudretli ekip, şayet çok partili sistemi kabul etselerdi, ikinci-üçüncü partilerin de siyasî yarışa katılmalarını inanarak istemiş olsalardı, buna kim karşı çıkardı?
Kim karşı çıkma cesaretini gösterebilirdi? Dahası, cumhuriyet ve demokrasi karşıtı olup ülke çapında örgütlenmiş hangi ekip, hangi cereyan vardı?
3- 1920’den 1950’ye kadar geçen 30 yıllık süre içinde, neden ikinci bir partinin çalışmasına izin verilmedi? 1945’de BM’nin kuruluş aşamasında, dünyadaki demokratik ülkeler Türkiye’yi çok partili sisteme geçmeye mecbur ettikleri halde, 1946’da yapılan seçimde yapılmayan şaklabanlık, Demokratlara karşı yapılmayan zorbalık kaldı mı? O tarihte uygulanan “Açık oy gizli tasnif” ayıbı da cabası…
•
Evet, yeni Türkiye’nin ilk otuz yılında demokrasiye inanmak bir yana, jakobenler demokratik rejimden hiç hazzetmediler. Tam aksine, demokrasinin adeta canına okudular. Bu yaklaşım tarzının meyveleri olarak o devrin politik oyun ve uygulamaları apaçık ortada.
Misâl: Gerek TCF ve gerekse SCF’nin ülke genelinde yapılan mahallî ve genel seçimlerine katılmalarına kesinlikle izin verilmedi. Dahası, lider kadrolarının ev ve işyerlerine baskınlar düzenleyerek, onlara adeta birer cânî muamelesi yapıldı. Dünyaları başlarına yıkıldı. Siyasete girdiklerine de, gireceklerine de pişman edildi… Yahu, demokrasiye inanan, demokratik rejimi benimseyen yöneticiler böyle şeyleri yapar mı hiç?
•
Sonraki bölümlerde, konuya dair daha spesifik örnekleri de vermeye çalışırız. Dolayısıyla, bu bölümü şöyle kısacık bir değerlendirme notu ile noktalayalım: Bugün umumun kabulü olan “Cumhuriyet idaresi”ni de başlangıçta bir nevi “zümre cumhuriyeti” tarzında teşekkül ettirenlerin, üniversal manadaki hürriyet, adalet ve demokrasinin ruhu ile ciddi ve samimî bir bağlantıları tesbit edilebilmiş değil. Dahası, ellerinde yeteri kadar güç ve imkân olmasına rağmen, demokratik rejime geçilmesine rıza getirmemişlerdir.
-Devamı var-