Mahcubiyeti nasıl yaşamalı? İnsanda yer alan ulvî duygulardan biri de mahcubiyettir.
Peki, bu duygunun bize yansıması ne şekildedir? Hayatımıza ve kalbimize dönüp baktığımızda mahcup olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Hatalarımıza karşı mahcubiyetimizi insanlara gösterdiğimiz kadar Rabbimize de gösterebilmiş miyiz? Evet, hatasız ve günahsız olduğunu söyleyen yoktur herhalde. Peki, bu sadece sözde mi kaldı, davranışlarımız ve duygularımız da bu gerçeğin farkında mı?
İsmet sıfatına sahip olan Hz. Peygamberimiz (asm) günde en az yetmiş defa, yüz defa tövbe ederken günahkâr olduğunu söyleyen bizler bu hissiyatı sergileyebilmiş miydik? Mahcup olmak sadece hatalarımızdan dolayı değil, Allah’ın rahmetine karşı da mahcubiyeti hissetmektir. Bizler yokluk âlemindeyken var olmak hak ettiğimiz bir şey değildi. Varlığımızı sürdürmekte aynı şekilde. Aldığımız nefesler ve ihsan ve ikram edilen nimetler, inamlar, ikramlar ve fırsatlar hak ettiğimizden dolayı değil. Rahman olan Rabbimizin şefkat ve merhametindendir. Fânî olan ömrümüzün bâkî hayata dönüşmesi merhametin tecellisidir. Bu sonsuz merhamete mukabil kusurlarımızı, günahlarımızı, ihmallerimizi ve isyanlarımızı düşünüp sonsuz mahcubiyet hissetmeli insan. İnsanın bu hissiyatını gösterebileceği en güzel an namaz ve secde anıdır.
Kâinatı kuşatan merhamete karşı iki büklüm olmak. Secdelerimiz belki de bu manadan uzak kaldı epeydir. “Mahcubum Ya Rab, affet” diyemedik, bütün samimiyetimizle ve kalbimizin derinlerinden yalvarıp af dileyebilseydik belki bizim de seccademiz ıslanırdı. “Mahcubum” demek; ama bütün duygularımızla, hissiyatımızla ve kalbimizle yalvarıp niyaz ve nida edebilseydik keşke... Hatalarını, yanlışlarını görüp mahcup olan insan mükemmelliğin sahibini de görür, idrak eder. İnsanın enaniyeti ve kibri bu hissiyata ulaşmasını engelleyen büyük bir bariyerdir. Bariyeri yıkmadan mahcup olamayız. Hatadan kusurdan uzaklaşmak için kuvvetli bir iman, ahlâk ve fazilet sahibi olmalıyız. Hz. Peygamberimizin (asm) nurlu yolunu Kur’ân ve Sünnet yolunu rehber etmeliyiz.