Bediüzzaman Hazretlerinin, Risale-i Nur’un ve Nur Talebelerinin asıl davası, hiç şüphe yok ki “imana hizmet davası”dır. Bu ehemmiyetli nokta, hem tarihin tescilinde, hem adliyelerin temyiz kararında, hem de yaşanan sayısız tecrübelerin şehadetiyle sabittir.
Esasen, bu ana davanın dışına çıkanlar, aynı zamanda Nur dairesinin de dışına çıkmış olurlar. Zira, bu daire içinde başkaca herhangi bir dava asıl gaye ve maksat olmaz, olamaz.
•
Bediüzzaman Said Nursî’nin 1950’li yıllarda yazdığı ve “Elli sene sonra” gelecek nesl-i âtînin tehlikede olan iman ve ahlâkını kurtarma hizmetini hedef alan pek ehemmiyetli bir “hasbihal”i var.
Bilhassa “Adliye Vekili ve Risale-i Nur ile alâkadar mahkemelerin hâkimleri”ne hitaben kaleme alınmış olan bu hasbihalde, hamiyet ve merhamet sahibi insanların yüreğini sızlatıp harekete geçiren pek dokunaklı mesajlar var.
İşte, “nesl-i âtînin biçareler kısmını” mutlak dalâletten kurtarmak niyet gayretiyle, söz konusu hasbihale şu sözlerle başlıyor, Said Nursî:
“Efendiler!
“Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz? Kat’iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risale-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar.”1
•
İstikbaldeki iman hizmetine matuf olarak yazılan bu hayatî hasbihalin kısacık bir tahlilini yapmadan geçmeyelim.
Bediüzzaman Hazretleri, bu mektubunda kısaca diyor ki:
Ey bizimle uğraşan, adliye ve emniyeti bizimle uğraştıran efendiler!
Şunu kat’iyyen biliniz ki, bizi sizinle uğraşmıyoruz. Hatta, sizinle uğraşmayı düşünmüyoruz bile. Bizim için en mühim mesele, bu milletin iman ve ahlâk cephe
sine hizmet etmektir. Bilhassa, istikbâlde öyle bir nesil gelecek ki, şayet tedbir alınmazsa ve ellerine Risâle-i Nur gibi imanî-ahlâkî eserler verilmezse, yüzde doksanı manen ve ahlaken ciddî bir risk ve tehdit altına girmiş olacak.
Evet, öyle bir nesil ki, tarihteki bütün iftihar tablolarını lekedar edecek, belki bütün mukaddesatını yıkıp mahvedecek bir dünya görüşüne, bir hayat tarzına sahip olacak. Bu ise, ehl-i hamiyete kan ağlattıracak bir vehamettir.
Yazdıklarımızın mübalağa zannedilmemesi için, hasbihalin orijinalinden bir-iki cümle daha iktibas etmekte fayda var. İfade aynen şöyledir: “Elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belaya karşı bir çare taharrisi, beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan katiyen menettiği gibi; Risale-i Nur’u, hem şakirtlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş.”
•
Evet, tâ 1950’de yazılan bu mektuptaki ifadelerden açıkça anlaşılıyor ki, Üstad Bediüzzaman, o zamandan 2000’li yıllardaki gençliğin durumunu dert edinerek ciddiyetle tedbir alınmasını tavsiye etmiş.
Bugün adına “Z kuşağı” da denilen 2000’li yılların gençliği, hakikaten ciddî manada imansızlık ve ahlâksızlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Şayet, ellerinde Risale-i Nur gibi kuvvetli iman dersini veren eserler yoksa, tehlike ihtimali ne yazık ki yüzde doksanlara kadar çıkabiliyor. Deistlerin, ateistlerin, her türlü mel’anete bulaşma riski altındaki nesl-i âtînin varlığı, yarım asır evvelki ikazların ne kadar yerinde olduğunu gözlere gösteriyor. Dua ve temenni edelim ki, tedbir için daha fazla gecikme olmasın. Aksi halde, 1940’larda olduğu gibi, kırk kişiden ancak birkaç kişi imanını kurtarabilir bir duruma düşme tehlikesi söz konusu olur. Böyle bir vebali ise kimse kaldıramaz. O hâlde, iman ve ahlâk hizmeti için seferberlik ilân edilse yeridir denilebilir.
(Devamı var)
Dipnot:
1-Emirdağ Lâhikası-I, s. 20.