HAFTA BAŞINDA EBEDÎ ÂLEME UĞURLADIĞIMIZ ABDÜNNUR SEZGİN VE AİLE EFRADININ RİSALE-İ NUR’A OLAN BAĞLILIKLARI, BİZLER İÇİN GERÇEK BİR NUMUNE-İ İMTİSALDİR.
Aslında bir ailenin değil bin ailenin, binlerce, hatta milyonlarca ailenin Nurculuk serencamı bu. Mersinli Abdünnur Sezgin ailesinin yaşadığı Nurculuk seren-camı onlardan sadece biri.
Abdünnur Sezgin 1936 yılında Mersin’de doğdu. İlk ve orta okulu Mersin’de, liseyi İstanbul Kabataş Lisesi’nde bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girdi. 1957 yılın-da dayısı Abdüsselam Efendinin ver-diği Gençlik Rehberi’ni okuyarak Risale-i Nurlar’ı tanıdı. Talebelik yılların-da Risale-i Nur hizmetlerinde yer aldı. 1 Ocak 1960 tarihinde İstanbul’a gelen Bediüzzaman Said Nursî’yi Kabataş’ta karşılayıp Piyer Loti Oteli’nde ağırla-yarak ertesi gün uğurlayan Nur Talebeleri arasında o da vardı.
Abdünnur Sezgin aynı yıl askere gitti. Terhisini müteakip 1962 yılında Mersin’de Risale-i Nur hizmetlerini başlattı. Muttakî bir aileye mensup Gülseren Hanımla evlendi ve ailece hizmet etmeye başladı. İstanbul’da kayınpederinin evinin bodrum katın-da Mehmed Emin Birinci ile birlikte “Risale-i Nur Sönmez” risalesini teksir etti. Tahirî Mutlu’nun Risale teksir ve tashih işlerine, Abdullah Yeğin’in Yeni Lügat çalışmalarına yardım etti.
“DAĞ BAŞINDA NURCULUK PROPAGANDASI YAPARSIN HA!”
Daha önce Hür Adam gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptığı için Mustafa Polat’ın vefatı üzerine bir ara Yeni Asya gazetesinin yazı işleri mü-dürlüğünü yürüttü. Ekseriyetle kış aylarında İstanbul’da, yazları da Mersin’de ve Toros yaylalarında arka-daşları ile birlikte Risale-i Nur hizmetlerine devam etti.
Abdünnur Sezgin, 1967 yılında yine bir yaz günü arkadaşları Abdurrahman Eksik, Hayreddin Tan, Mehmed Polat, Nazım Macit’le yaylaya giderken dinlenmek maksadıyla oturdukları bir çam ağacının gölgesinde Risale okuduğu sırada, devriye gezen jandarma başçavuşu, okunanlara kulak kabartıp yanlarına saptı.
Başçavuşun iki jandarma ile birlikte yanlarına geldiğini gören Abdünnur, okumaya ara verip onlara yer gösterdi. Birkaç kelâmlık hoşbeşten sonra başçavuşun isteği üzerine okumaya devam etti. Allah, peygamber, Kur’ân, iman, ibadet, namaz gibi dinî muhtevalı kelimelerin arasında Said Nursî’nin, Risale-i Nur’un adı da geçince başçavuşun mütemerrid damarı kabardı.
“Dağ başında Nurculuk propagan-dası yaparsın ha!” diye gürledi.
Abdünnur, otururken boş durmayıp kitaptan birkaç dinî bahis okuduklarını anlatmak istedi ise de başçavuş onu dinlemedi. Cürm-ü meşhud muamelesi yaparak arkadaş-ları ile birlikte götürüp sorgusuz sualsiz nezarete attı. Mahkemeye çıkarı-lınca hâkim de başçavuşun ifadesine istinaden hepsini tevkif etti.
“NUR’UN OLDUĞU YERDE KARANLIK OLUR MU?”
Hadise yalnız Mersin’de değil, bütün ülkede günün konusu oldu. Hadiseyi duyan komşu kadınlar teessürle Abdünnur’un annesi Sıddıka Hanımın ve eşi Gülseren Hanımın yanına koş-tular. Onları günlük işlerinden güçlerinden alıkoyup bir kenara çektiler ve duydukları kadarı ile olanı biteni anlattılar. Ardından teselli edici sözler söylemeye hazırlanırken onların pek üzülmediklerini görünce şoka girdiklerini sanarak Sıddıka Hanımın gönlünü almaya çalıştılar.
“Kusura bakma, aydınlık gününüzü ‘kara haberle’ kararttık.”
“Ne karası komşular, ak haber bu ak, ak...”
“Nasıl olur?”
“Baksanıza Nur diyorsunuz, Nurculuk diyorsunuz, Said Nursî diyorsunuz. Nur’un olduğu yerde karanlık olur mu?”
“Biz sandık ki…”
“Ben, oğlum Allah yolunda hapse girdiği için onunla iftihar ediyorum. Siz de dua edin.”
“Allah kurtarsın.”
Anadolu’da sevinçli, müjdeli haber getirene “muştuluk” tabir edilen bir nevi mükâfat vermek âdet olduğun-dan hemen kalktı, onları memnun edici mendil, havlu, çorap kabîlinden ikramlarda bulundu. Ardından bir şeyler hazırladı, gelini Gülseren’i de yanına alıp hapishaneye koştu.
ANNESİ HAPİSHANEYE YİYECEK DEĞİL, KİTAP GETİRMİŞTİ
Duyduklarını anlatarak oğlu ile görüşmek istediğini söyleyince baş-gardiyan “Sen onun annesisin demek” dercesine acıyarak baktı. Oğlunun suçunun büyük, işinin zor olduğunu, kolay kolay hapisten çıkamayacağını ima eden tavır ve hareketlerle görüşmesine izin vereceğini söyleyip elindeki bohçayı gösterdi.
“Aç bakalım bohçanda ne var?”
“Ne olacak, oğlumun ihtiyacı olan şeyler.”
“Aç hele aç.”
Kadın düğümü çözüp bohçayı açınca başgardiyan gözlerine inana-madı. Hapishanede yakınını ziyarete gelenler ekseriyetle para, çamaşır, yiyecek, içecek, meyve gibi şeyler getirirken Sıddıka Hanım giyecekten, yiyecekten çok kitap getirmişti. Baş-gardiyan öfke ile kitapları gösterdi.
“Bunlar ne?”
“Kitap.”
“Sen bu kitapların yasak olduğunu bilmiyor musun?”
“Allah’ı, Peygamberi (asm) anlatan kitap bu, yasak olur mu hiç?”
“Yasak hanım, yasak.”
“Ben anayım, yasak-masak bilmem.”
“Sen bohçada ‘Oğlumun ihtiyacı olan şeyler var’ demiştin.”
“Hapiste onun en çok bu kitaplara ihtiyacı olacak.”
Başgardiyan kitapları içeri almak istemedi ise de Sıddıka ve Gülseren hanımların ısrarlarına dayanamadı. Sonunda hepsini alamayacağını, her görüş gününde bir kitap getirmesini söyledi. O da kabul etti, ilk hakkını kullanarak risalelerden biri ile giyecekleri, yiyecekleri aldı ve görüş kabinine gittiler.
“Kusura bakma ana, senin üzülme-ne sebep oldum, buralara kadar da yordum.”
ANNESİ VE HANIMI, DAĞ GİBİ DİM DİK DURMUŞLARDI
Anasının ziyarete geldiğini haber alan Abdünnur, onu perişan, üzgün bir vaziyette ve gözyaşları içinde göreceğini zannettiğinden böyle diyerek girmişti kabine. Karşısında güler yüzlü, müşfik bakışlı bir ana ve dağ gibi duran vakur bir eş görünce sevindi. Eşi Gülseren Hanımın, her güçlüğü aşma azminin ifadesi olan metanetli tavrı ve anasının mütevekkil sözleri onun mahzun hâlini sevince çevir-meye yetti.
“Ne kusuru oğlum, ben buraya düğüne, bayrama gider gibi geldim. Allah yolunda hapse düşen bir oğlum olduğu için iftihar ediyorum.”
Jandarmaların zulmünü, gardiyan-ların tafrasını, hapishanenin zor şartla-rını hiçe indirdi bu ziyaret. Anasının ge-tirdiği eşyalar arasında küçük bir risale-nin de olduğunu gören Abdünnur, zindandan ziyade yaylaya derse gider gibi girdi koğuşa. Orada da arkadaşları ve bazı mahkûmlarla birlikte Risale okumaya kaldıkları yerden devam ettiler.
“Biz bu musibetin rağmına ve inadına, bir iki saat müddet-i hapsi bir iki gün ibadete ve iki üç sene cezamızı yirmi otuz sene bâkî bir ömre ve on, yirmi sene hapis cezamızı milyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile edip, fânî hayatımızın ağla-masına mukabil, bâkî hayatımızı gül-dürerek bu musibetten tam intikamı-mızı almalıyız.”
NUR TALEBELERİ İÇİN HAPİSHANE MEDRESE-İ YUSUFİYE OLDU
Eşi gibi müstakim bir Nur Talebesi olan Gülseren Hanım, Bediüzzaman’ın mezkûr sözlerini yaşamak istercesine, daha büyük bir şevkle Nur hizmetine sarıldı. Mersin’deki hanım hizmetlerini hızlandırmakla kalmadı, haftada bir Adana’ya giderek orada da hanım hizmetlerini başlattı.
Abdünnur Sezgin ve arkadaşları aylardır mahkemeye çıkarılacakları günü beklerken Mustafa Sungur, Said Özdemir, Vahdeddin Karaçorlu, Mus-tafa Türkmenoğlu, İsmail Ambarlı ve birkaç Nur Talebesi de Ankara’dan Mersin Hapishanesi’ne nakledildi. On-ların gelmesi hapishanedeki iman, Kur’ân hizmetlerini öylesine arttırdı ki orası da bir medrese-i Yusufiye oldu. Okunan Nur dersleri sayesinde arsızlar, hırsızlar ıslah-ı nefs edip Kur’ân öğ-rendi, azılı mahkûmlar tövbekâr olup namaza, niyaza başladı.
Mersin Cezaevi’nde sekiz ay kadar kaldıktan sonra mahkeme huzuruna çıkan Abdünnur ve arkadaşları, Av. Bekir Berk’in müessir müdafaası neticesinde beraet kararı verilerek tahliye edildiklerinde, tahta bavullarında eş-yadan çok kitap vardı. Risale-i Nurlar’ı ondan sonra da aynı iştiyakla okuyup okuttular.
İhtilâlcilerden, muhtıracılardan, ihbarcılardan, iftiracılardan sonra 12 Eylül darbecileri de Abdünnur Sez-gin’in, arkadaşlarının ve hanım-larının hizmet şevklerini kırmayı denedi. Darbenin akabinde dershaneye baskın yaparak kırk arkadaşı ile birlikte mücrim muamelesi yaparak hapishaneye attılar.
GÜLSEREN HANIM DA EŞİ GİBİ MÜSTAKİM BİR NUR TALEBESİYDİ
Eşi Gülseren Hanım o zaman da bilhassa maddî yönden çok zorluklar çekti ama yılmadı. Zorlandıkça artan bir şevkle hem çocukları Ahmed’i, Mehmed’i yetiştirdi hem de Risale-i Nur hizmetlerine devam etti. Abdünnur, dört ay kadar sonra çıkarıldığı mahkemede beraet kararı verilerek tahliye edildiği zaman önce Nur medresesine uğradı, sonra evine gitti.
Hapishane hadisesi Sezgin ailesinin hizmet şevkine saykal vurdu. Sık sık İstanbul’a gittikleri için orada da hizmetlerine devam ettiler. Nur derslerini canlandırmanın yanı sıra Mersin’deki ve İstanbul’daki evlerini de birer medrese-i Nuriye hâline getirdiler. Medreselerde muayyen günlerde, evlerinde de her gün ailece Risale okumayı hayat hedefi hâline getirdiler.
Abdünnur Sezgin 17 Kasım 2024 tarihinde 88 yaşında Mersin’de ahirete irtihal etti. Diğer Nur Talebeleri gibi o da günah cihetiyle öldü, sevap cihetiyle yaşıyor. Çünkü Sezgin ailesinin Nurculuk serencamı eşi Gülseren Hanımın, oğulları Ahmed’in ve Mehmed’in gayretleri ile devam ediyor. İnşaallah nesiller boyu da devam edecek.
Tıpkı binlerce, milyonlarca ailenin farklı mecralardaki Nurculuk seren-camlarının devam ettiği ve taa kıyamete kadar da devam edeceği gibi.