Ali Demirel Ağabeye rahmet, hastahanede yatmakta olan oğlu Muhsin Demirel’e şifa duasıyla...
O, askerî nakliye uçağı ile askerî vazife için giderken Ankara’da basılan risalelerin ciltlenmesi için gizlice İstanbul’a getirilmesinde, oradan da Anadolu’ya taşınmasında çok gayret göstermiş ve Bediüzzaman Hazretlerinin senasına mazhar olmuştu. Daha sonra, eşi ve çocuklarının da ısrarıyla emeklilik ikramiyesini gazeteye karz olarak vermişti.
***
Ali Demirel.
Türk Silâhlı Kuvvetleri pilotlarından biriydi o. Mehmed Akif Usanmaz, Abdulkâfi Talu gibi pilot arkadaşları gibi kullandığı askerî nakliye uçağı ile askerî vazife için giderken Ankara’da basılan risalelerin ciltlenmesi için gizlice İstanbul’a getirilmesinde, oradan da Anadolu’ya taşınmasında çok gayret göstermiş fedakârlık yapmış ve Bediüzzaman Hazretlerinin senasına mazhar olmuştu.
İstanbul’a tayin edildiği zaman evinde dersler yapılırdı. Eşi Şükran Hanım; diğer Nur Talebesi hanımlarla birlikte İstanbul’daki hanım derslerini yürütürdü. Ağabeylerin kazak, gömlek, pantolon gibi dış kıyafetlerini de ekseriyetle o yıkardı. Evinde sık sık yemek vermesi de ev yemeklerine hasret kalan Nur Talebeleri için ayrı bir mânâ ifade ederdi.
Ali Demirel gazeteye ziyarete geldiğinde ilk olarak Mehmed Kutlular’a uğrardı. O da acil yapılması gereken işleri müsaade isteyerek halleder, sonra otururlar ve halleşip dertleşirlerdi. İkisi de şahsî meselelerini dert edinmediklerinden ekseriyetle hizmetin işleyişini ve cemaatin problemlerini konuşurlardı.
Mehmed Kutlular o gün esnafı ziyaretten dönerken Ali Demirel ile gazetenin kapısında karşılaştılar. Ali Bey Kutlular’ı yorgun, hatta biraz kaygılı görünce şaşırdı. Onun ayaküstü bir şey anlatmayacağını bildiğinden odasına çıkıncaya kadar sabretti. Odaya girince içinde bulunduğu halin sebebini sordu.
Kutlular, Mahmudpaşa’dan gelirken yorulduğunu söylese de Ali Bey başka bir meselenin varlığını hissetti. Anlatması için ısrar edince gazetenin acil ödenmesi gereken borcunun olduğunu, esnaftan yeterli yardımı alamadığını anlattı. Onu maddî meselelerle sıkmamak için gazeteyi gezdirmek istedi ve birlikte yazı işlerine çıktılar.
Mustafa Polat uzun masada Yazı İşleri kadrosu ile toplantı halindeydi. Onlarla gazetecilik ve yazarlık tecrübelerini paylaşıyor, Yeni Asya’nın diğer gazetelerden farkını izah ediyordu. Misafirlerin geldiğini görünce yer gösterdi. Cemiyetin meselelerini, milletin dertlerini, iç ve dış mihrakların plânlarını takip ettiklerini, Risale-i Nurlardan çareler göstermeye, isabetli teşhisler, faydalı yorumlar yapmaya çalıştıklarını anlattı.
O gün, emeklilik muamelelerini yaptırdığı için bir hayli yorgun olan Ali Demirel, yorgunluğa aldırmadı. Ertesi günün gazetesi çıkıncaya kadar bekledi ve dört tane gazete alarak gitti evine. Kapı zilinin sesini duyan çocuklar yine karşılama yarışına girdikleri için odaya geçmeden, en küçükleri olan Nurdan’dan başlayarak tek tek kucakladı ve hepsine birer gazete verdi.
-Bugün size birer hayat hediyesi getirdim.
-Bu ne baba?
-Yarının Yeni Asya’sı.
-Oooo ne kadar güzel.
-Hayatınız boyunca her gün size bu hediye gelecek. Siz de gidip bayiden alacaksınız.
-Ben kendiminkini de kardeşleriminkini de alırım.
Büyük olması hasebiyle içlerinde en iyi Hüseyin biliyordu gazetenin ne demek olduğunu. O ağabeylik hissiyle bunu söylerken Muhsin çoktan koltuğa oturup sayfaları çevirmeye başlamıştı. Nurdan’sa bir elindeki gazeteye, bir onlara bakarak olup biteni anlamaya çalışıyordu.
Hüseyin, babasının verdiği gazeteyi hemen aldı, sahiplenme hissiyle gazetenin üzerine adını, o günün tarihini yazdı ve okumaya başladı. Çocuklar gazete ile meşgul olunca Ali Bey de az geride, duygulu bir nazarla onları seyreden eşi Şükran Hanımın yanına vardı ve gazeteyi uzattı.
-Bu da ikimizin.
-Neden ayrı ayrı almadın?
-Biz hayatta her şeyi paylaştığımız için bunu da birlikte okuyalım istedim.
-Ne kadar hassas bir ruh halin var Ali Bey, teşekkür ederim.
-Sana bir de müjdem var.
-Hayırdır inşallah.
-Emekli oldum, ikramiye ile sana çamaşır makinesi alacağım.
-İhtiyacım yok, hamdolsun gücüm, kuvvetim yerinde. O para ile daha faydalı bir iş yap.
-Bu güç, kuvvet bize hayat boyu lâzım olacak, hesaplı kullanmalıyız.
-Ben gücümü hesaplı kullanırım, sen ikramiyeni düşündüğün gibi kullan.
-Ben hiç düşünmedim, ne yapacağımı bilmiyorum.
-Rabbim sana yol gösterir.
Şükran Hanım kararlıydı. Komşu hanımlar çamaşır makinesinin rahatlığını anlattıkça merak etmiyor değildi. Lâkin o evden ziyade hizmetin ihtiyaçlarını düşünürdü. Eve derse gelen hanımların, genç kızların rahat hareket edemediklerini gördükçe hanımlar için küçük de olsa bir dershane tutmanın hayalini kurardı.
Ali Demirel ağabeyin kabri, Eyüpsultan Mezarlığındadır. Fotoğraf: Ömer Şenöz
İstanbul’a ilk geldiği günlerde evinde Risale-i Nur dersleri okunmasını istemişti. Ulviye Hanım ziyaretinde Üstadın kendisine, arkadaşlarına verdiği bilgilerin Risale-i Nurlardan olduğunu söylemesini istediğini anlatarak onun bu hareketinin, hanımlar arasında Risale-i Nur dersi okunmasının işareti olabileceğini ifade etmişti.
Hanımların birlikte Risale okumaları hususunda Bediüzzaman Hazretlerinin izni olmadan harekete geçmek istemeyen Şükran Hanım meramını eşi Ali Beye anlatmıştı. O da Fırıncı’ya, hanımların kendi aralarında ders okumak istediklerini Üstada sormasını istemişti. Fırıncı, hanımların talebini Bediüzzaman’a anlattığında Üstad ‘Ders okunsun’ demişti.
Bediüzzaman Hazretlerinin bu şekilde talimat vermesi üzerine, İstanbul’da hanımlar arasında Nur dersleri başlamıştı. Daha sonra Ulviye Hanımın, Şahide Hanımın teşvikiyle ve Taliha, Halime, İlmiye, Nigâr, Nevin, Zehra, Hatice, Hicriye, Münire gibi genç kızların da iştirakiyle dersler hızla gelişmişti.
Bunları hatırlayarak duygularını paylaşmak maksadıyla döndüğünde eşinin daha derin düşüncelere daldığını görünce durdu. Ali Bey o kadar dalmıştı ki kendisinin baktığının bile farkında değildi. Üstelik hâli kaygılı, yüzü endişeliydi. Onu böyle görmeye pek alışkın olmadığı için telaşlandı.
-Neyin var Ali Bey?
-Benim bir şeyim yok.
-Bu hâlin ne peki?
-Gazete maddî sıkıntı içinde.
-Ne yapmayı düşünüyorsun?
-İkramiyeyi gazeteye vermeyi düşünüyorum.
-Çok iyi edersin.
-Sana söz verdiğim çamaşır makinesini aldıktan sonra kalanını vereceğim.
-Ben makine filan istemiyorum, sen hepsini gazeteye ver.
-Karar verdim, makineyi alacağım.
-Vallahi o makineyi şu kapıdan içeri sokmam.
O zamana kadar Şükran Hanımın yemin ettiğine pek şahit olmayan Ali Bey şaşırdı. Onların konuşmaları çocukların da dikkatini çekti. Ali Bey onların endişelendiklerini görünce meseleyi anlattı ve ikramiyeyi gazeteye vermek hususunda fikirlerini sordu. Hüseyin ciddi bir tavırla, gazeteye yardım etmekten yana olduğunu söyledi ve ekledi.
-Yalnız anneme çamaşır makinesini al.
-Ama anan kapıdan içeri sokmam diye yemin etti.
-Biz de pencereden sokarız.
Muhsin’in sözü hepsini güldürdü. O ahvâl içinde birbirlerine bakınca anladılar Nurdan’ın yanlarında olmadığını. Şükran Hanım merak edip bakmak için odasına gideceği sırada Nurdan elinde küçük bir çıkınla geldi, bir süre baktı ve babasına uzattı. Onun hareketine en çok Ali Bey şaşırdı.
-Bu ne kızım?
-Hani bana doğum günümde altın almıştınız ya.
-Evet.
-Bu o işte.
-Ne yapacağım ben bunu?
-Gazetemize ver.
Nurdan’ın hareketini görünce Hüseyin ve Muhsin de biriktirdikleri bayram harçlıklarını getirip verdiler. Gözleri doldu Ali Demirel’in. İlk anda bunların çok cüz’i olduğunu, gazetenin büyük masrafları karşısında bir mânâ ifade etmeyeceğini söyleyerek geri vermeyi düşündü ise de onların çocuksu hamiyet hislerini kırmak istemedi.
Ertesi gün sabah erkenden gazeteye gitti. O daha kimsenin gelmemiş olabileceğini zannetmişti, ama Kutlular’ı odasında çalışırken buldu. Evde olanları anlattı. Nurdan’ın altınını, Hüseyin’in ve Muhsin’in harçlıklarını bağış, kendisinin emeklilik ikramiyesini de karz olarak verdi.
-Bu sadece gazeteye değil, aynı zamanda vatana, millete de yapılmış bir yardımdır. Allah kabul etsin.
Böyle diyerek aldı verilen altını ve paraları Kutlular. Çocukların bağışlarını, kendisinin karzını ayrı ayrı yerlere koydu. Ona az önce söylediği sözün izahı mâhiyetinde, Yeni Asya’nın varlığının beşeriyet, İslâm âlemi, devlet, hükümet, cemiyet, tarikatlar ve Nur cemaati açısından ehemmiyetini anlattı.
Para birinde olduğu, diğerinde olmadığı için üzerlerinde hissî birer yük gibiydi. Olan ne yapacağını, olmayan nereden bulacağını düşünüyordu. Olan olmayana verdi ve ikisi de o maddî yükten kurtularak rahatladılar.
(İslâm Yaşar’ın, baskıya hazırlanan İNŞİRAH ZAMANI romanından alınmıştır.)