Said Nursî’ye çatmayı kendince marifet sayan bazı “Atatürkçü politikacılar” var. Meselâ, Muharrem İnce ve Rıfat Serdaroğlu gibi.
Tuhaftır ki, ikisi de yeri geldiğinde Süleyman Demirel’i takdirle yâdettikleri hâlde, Said Nursî hakkında merhum Demirel ile taban tabana zıt düşüyorlar.
Bilvesile, Demirel’in meşhûr sözünü hatırlatmış olalım: “Said Nursî, büyük İslâm âlimidir. Ona büyük İslâm âlimi demeyenin alnını karışlarım.”
Bu hatırlatmadan sonra, biz de Rıfat Serdaroğlu’nun alnını (yani, sataşmalı iddialarını) karışlamaya bugün de devam edelim.
*
Sayın Serdaroğlu, “Karadeniz” isimli gazetedeki yazısında, Said Nursî’yi “Türk milleti, aydınlanma, cumhuriyet, demokrasi, özgürlük düşmanı” olarak tanıtmaya çalışıyor. Tabiî, bu noktada kendisiyle hemfikir olan başka Atatürkçüler de var. O hâlde, vereceğimiz cevaplar hepsi için geçerli kabul edilsin.
Efendiler!
Bakın, Said Nursî’nin Türk milleti aleyhinde en küçük bir sözü yoktur. Ama, takdirkâr sözleri pek çoktur. Öyle ki, böyle bir köşe yazısına sığmayacak kadar var. Delil ve ispat sadedinde bir tanesi şudur: “...İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak, kudsî hizmetimin muktezasıdır.”1
*
Tâ Kasım 1922’de, Said Nursî’nin aydın bir hoca olduğunu ve Millî Mücadele döneminde İstanbul’da büyük hizmetlerde bulunduğunu o tarihte Meclis Başkanı olan bizzat Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya takdir ve taltif için dâvet edildiğini neredeyse bilmeyen yok.
Nitekim, 9 Kasım 1922 tarihli Meclis Zabıtlarında da bu husus açıkça görülüyor. Özetle: Said Nursî, o gün Ankara’da bulunmuş, Meclis’te kendisi için bir “Hoşâmedî” merasimi yapılmış ve kendisi de kürsüye çıkarak, mebuslara hitaben konuşup muzafferiyet için dua etmiştir.
Sayın Serdaroğlu, Millet Meclisinin eski bir üyesi olarak, hemen herkesin bildiği, gördüğü ve inandığı bu apaçık gerçeğe karşı siz neden “Fransız kalıyorsunuz?” Sahi neden?
*
Said Nursî’nin cumhuriyet ve demokrasi düşmanı olduğu iddiasına gelince…
Aynı mesele, 1935’te çıkarılmış olduğu Eskişehir Mahkemesinde de Said Nursî’ye sorulmuş ve onun şu cevabı bilâhare resmî kayıtlara da geçmiştir: “Eskişehir Mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder.”
Hürriyet ve demokrasiye bakışını da, yine bir başka mahkeme tutanağından aktaralım. 1952’de İstanbul Adliyesinde görülen Gençlik Rehberi mahkemesinde, Bediüzzaman’ın avukatı Mihri Helav’ın müdafaasında şu ifadeleri kullanır: “...Filhakîka, müvekkilim [Said Nursî], bütün milletle beraber istibdâda karşı mücâdele etmiş, hürriyet ve demokrasinin tesisine çalışmış ve bu hususta husûle gelen muvaffakiyetten dolayı da memnun olmuştur.”2
*
Atatürkçü Rıfat Serdaroğlu’nun tamamen haksız, mesnetsiz ve insafsızca ileri sürdüğü bir iddiası da şudur: “Said Nursî, İngiliz Mandası taraftarı ve İngiliz Ajanı âsi Şeyh Said’in biraderidir.”
Said Nursî, Şeyh Said’in din ve iman kardeşidir. Bir mü’min ve Müslim olarak, elbette biz de, siz de öylesinizdir.
İngiliz mandası taraftarı ve isyana kalkışmaya teşebbüs edenlere yakın durma ithamı ise, vicdanları sızlatacak derecede vahimdir, kerihtir, hakikat katilidir.
Said Nursî’nin Şeyh Said Hadisesi’nde en ufak bir dahli bulunsaydı, hiç şüphe edilmesin de bu mesele mahkemelerden birinde karşısına çıkarılacaktı. Oysa, bunun esamisi dahi yok.
Bu bölümde son olarak işgalci İngilizler hakkında, tam da işgal günlerinde sarf etmiş olduğu o cesurâne sözünü nakledelim: “Tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!”
Umarız, aynı tükürük, işgalcilere karşı cansiperane çalışan Said Nursî’ye bile bile ve göz göre göre iftira atanların da yüzlerine gelir ve gelsin.
(Devamı var)
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Bölümü
2- Age., Tahliller Bölümü