Said Nur ve Talebeleri, Komünizm ve Masonluğu imana musallat olan iki büyük ejder olarak kabul eder. “Yeryüzünde imansızlığı yerleştiren ve yayan bu iki teşekküldür. İman hudutlarını bunların taarruzundan korumak, her mü’min için bir vazifedir” derler. Onun içindir ki, üniversiteler ve halk tabakaları arasına yayılan Nur Talebeleri, bu iki cereyanla mücadele halindedirler.
Nur Risalelerinin ve talebelerinin hedefi, imanı kurtarmak, kalplere İlâhî irfanı yerleştirmektir.
Nur Talebelerinin imanı, irfana dayanır. Evet, irfan üzerine kurulan bir iman... Cehaletin en büyük düşmanıdırlar.
Bu itibarla, buna bir mektep, bir ekol desek daha münasip olur: İman ve irfan mektebi...
Bu iman ve irfan mektebinin resmî binası, programı, teşkilâtı, tahsisatı, idaresi, merkezi, şubesi, âmiri–memuru yoktur.
Hiçbir kayda tâbi değil. Yalnız, gönüller üzerine kurulmuş bir müessese...
NUR MEKTEBİNİN KİTABI KUR’ÂN
Nur iman ve irfan mektebi, zamanla, mekânla mukayyet [kayıtlı] değil. Hududu yok.
Bu mektebin yalnız bir kitabı var: Kur’ân.
Bütün ilhamları bu kitaptandır. Bu kitap, bitmez tükenmez bir hazinedir. Gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün asırları doyurmaya bu hazine yeter.
Nur Risaleleri, bu hazinenin damlalarıdır.
Kalbinde iman ve irfanı olan her mü’min, bu mektebin talebesidir. Hiç kimseden izin almadan, hiçbir kayda tâbi olmadan bu mektebe girebilir.
Çünkü, bütün mü’minler, bu mektebin tabiî talebesidir.
Nur Risaleleri, birer derstir. Kişi onları isterse kendisi istinsah eder [çoğaltır], isterse hazır yazılmış veya basılmış olarak alır, okur, istifade eder.
Artık, o vicdanıyla, kalbiyle, ruhuyla başbaşadır. Arada hiç bir vasıta yoktur.
Nur Risalelerinin müellifi [Bediüzzaman], yalnız bir “Üstad”dır. Dersini vermiştir. O kadar. Tıpkı, bir üniversite hocası gibi.
NE ÜCRET, NE ÜNVAN, NE PÂYE, NE HEYKEL…
Üstad Said Nur, çok yüksek bir zekâ ve irfan sahibi idi. İmandan ibaret bir varlık...
O, mü’minler için bir iman ve irfan mektebine ihtiyaç duymuş. Kalpleri dalâlet eşkıyasının taarruzlarından koruyacak bir üniversite...
Bunu da, gönüller üzerinde kurmuş. Temelleri, dünya durdukça yıkılmasın, sapasağlam yaşasın diye...
Üstad, derslerini vermiş, kenara çekilmiş. Artık bu mektebi mü’minler kendi kendine idare etsinler, demiş.
Ne ücret, ne ünvan, ne pâye, ne heykel... Hiçbir şey istemiyor.
Vazifesini yapan bir muallim, bir profesör gibi, kalbi neş’e dolu olarak ecel–i mev’udunu bekledi; böylece, nihayet Hakk’a yürüdü.
KANUNA AYKIRI BİR HAREKETLERİ YOK
İşte, Said Nur mektebinin, Said Nur üniversitesinin mahiyeti bence budur. Bunu anlamayan devr–i sâbık [geçmiş diktacı dönem], bundan ne kadar korktu, ne kadar heyecanlar geçirdi.
Bunu bertaraf etmek için ikinci bir Menemen bile ihdas etmeyi düşündü. Buna bir “irtica” damgası vurmak için çok çalıştı. Fakat, muvaffak olamadı. Boş yere hem kendini zorladı, hem de o mübarek zatı türlü sıkıntılara, tazyiklere maruz bıraktı. Zindanlarda ömrünü çürüttü. Hapishanelerde bile ihtilâttan [görüşmekten] men’etti.
Peki, netice ne oldu?
Bir savcının tahminine göre, en az beş–altı yüz bin talebe Anadolu’nun her tarafına yayıldı.
Talebelerinin her biri işiyle, gücüyle, yahut dersiyle, tahsiliyle meşgul. Kànuna aykırı en ufak bir hareketleri yok.
Gönüller üzerine kurulan böyle bir irfan mektebinin kapanmasına imkân var mı?
(Devamı var)