Bu yıl da 20-27 Aralık tarihleri arasında Kocaeli’de yetişkinler için bir okuma programı düzenlendi.
Program devam ederken, akşam seminer dersinde Risale-i Nur’un 13. Şua’sındaki bir mektupta geçen bir kısım dikkatimi çekti. Kısaca; Müslim olmayan bir kişinin tarikat yoluyla hilafet aldığı ve müridlerini terbiye etmeye çalıştığı anlatılıyor. Ancak bir müridi, keşfen mürşidinin manevî düşüşte olduğunu fark eder. Mürşidi, bu durumu anlayınca, müridine itiraf eder. Mürid ise onu terk etmek yerine, ona daha fazla destek olup Cenab-ı Hakk’tan yardım ister ve mürşidinin tekrar yükselmesine vesile olur. Bu olay, bazen bir müridin manevî anlamda şeyhinden üstün konuma gelebileceğini gösterir.
Asıl önemli mesaj, kardeşlerimizin hatalarını gördüğümüzde onları terk et-mek yerine, uhuvvetimizi arttırarak ıs- lahlarına çalışmamız gerektiğidir. Bu nedenle, hüsn-ü zanla tesanüdü korumak, sadık kimselerin önemli bir vasfıdır.
Bu kısaca bahsettiğimiz pasajda, Müslümanlar arasında kardeşlik, uhuvvet ve hüsn-ü zannın nasıl bir kuvvet olduğunu bize çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor. Özellikle günümüz şartlarında, bireyselleşme ve ayrışmanın hız kazandığı bir dünyada bu ders, hepimize büyük bir ihtar ve öğüttür.
Bir müridin, şeyhinin yanlışlarını gördüğünde onu terk etmek yerine daha da sarılması ve onun ıslahı için çalışması, sadakatin ve samimiyetin en güzel örneğidir. Bu pasaj, bizlere uhuvvetin, sadece güzel günlerde değil, zorluklar ve sıkıntılar karşısında da ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Çünkü asıl hüner, kardeşimizin zor zamanlarında onun yanında olmak, düşen birini kaldırmak ve ona yeniden ayağa kalkması için destek olmaktır. Günümüzde insanlar, en ufak bir hatada dostlarını terk etmeye ve eleştirmeye meyillidir. Oysa gerçek dostluk, hataları örtmek, kardeşine hüsn-ü zanla yaklaşmak ve onu daha iyi bir noktaya taşımakla ortaya çıkar.
Güncel bir örnek üzerinden düşünelim. Çevremizde bazen bir arkadaşımızın veya kardeşimizin yanlış bir yola saptığını görebiliriz. Belki bir hatasını açıkça fark ederiz. O anki ilk tepkimiz, onu eleştirmek veya dışlamak olabilir. Ancak bu durumda yapılması gereken, ona yardım etmek ve hatasından dönmesi için gayret göstermektir. Çünkü bir dostun gerçek değeri, düşmanlıkla değil, sevgi ve fedakârlıkla anlaşılır.
Risale-i Nur talebelerinin uhuvveti, İslâm’ın birleştirici gücünün örneklerinden biridir. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, kardeşlik bağları menfaate değil, hakikate dayanır. Böyle bir bağ, sadece maddî anlamda değil, manevî olarak da birbirine destek olmayı gerektirir. Unutmayalım ki münafıkların en büyük hedefi, bu birliği bozmak ve kardeşler arasına şüphe tohumları ekmektir. Onların bu oyununa düşmemek, kardeşlerimiz hakkında daima hüsn-ü zan beslemek ve birlik içinde hareket etmek, bizlere düşen büyük bir vazifedir.
Kardeşlik bağlarımızı kuvvetlendirelim; çünkü uhuvvet, Allah’ın rızasını kazanma yolunda bize en büyük sermayedir.