Bir önceki yazıda, yüzde yüz yerli olan “Nurcu” tâbirinin esas mânası ile bazılarının zihninde çağrıştırmış olduğu farklı mânalara değindik.
Bu yazıda ise, Kurân’ın malı olan Nur Risalelerini okuyanların nasıl “Nur”landıklarına ve onlara neden “Nurcu” denildiğine temas etmeye çalışalım.
*
Risale-i Nur’un gayesi ve hedef-i maksadı, “iman kurtarma” hizmetini görmektir. Nitekim, 1935’teki Eskişehir Mahkemesinde herkese sorulduğu gibi Üstad Bediüzzaman’a da sorulan “Ne iş yaparsın?” suâline mukabil, o şu cevabı verir: İmana hizmet.
İmana hizmet esas olunca, derste dost-düşman fark etmez. İnsan arasında ayrımcılık-gayrımcılık yapılmaz. Mustafa Sungur’un hatırasında yer aldığı gibi, Hz. Bediüzzaman bir gün en büyük hasmı olan M. Kemal hakkında şunu söyler: Farz-ı muhal olarak Mustafa Kemal’in oğlu olsa ve sizin gibi benden iman dersini almaya gelse, ayrı bir muamele yapmam, ona da aynen size davrandığım gibi davranırım.
Demek ki, bu iman nuru herkese lazım. Herkesin de bu nurlara ihtiyacı vardır. Kişi okudukça, okuduğundan feyz aldıkça ve anlamaya çalıştıkça içi-dışı nurlanmaya başlar.
*
Nur Risalelerini okuyan hemen herkes iman cihetiyle ondan istifade eder. Hatta öyle ki, 1942’de İstanbul’da gizli basılan Ayetül-Kübrâ Risalesini tenkit niyetiyle okuyanlardan dahi imânını kurtarıp aleyhinde rapor yazamayan “bilirkişi” heyetinden kimseler oldu.
Aynı şekilde, 1943-44 yılında Denizli Mahkemesi sürecinde de benzer hadiselerin yaşandığını öğreniyoruz. Burada hatıralara dair gayet hacimli çalışmalarımız oldu. Koğuş ağası Süleyman Hünkâr ve emekli polis memuru Süleyman Gültekin gibi kimselerden son derece orijinal hatırlar tesbit ettik. O hatıralardan bir tanesi de şudur:
Mahkemede “Nurcu kime denir?” suâline mukabil, Üstad Bediüzzaman, mahkeme heyetine şu izahatta bulunur: “Bu mâsum vatan evlâtlarına tesmiye edilen Nurcu ismi, kitaplarımı okuyup yazmalarından başka bir şey değildir. Halbuki, o kitapları okuduğunuz için, siz de şimdi bunlar gibi Nurcu oldunuz.”
*
Üstad Bediüzzaman, kendisine düşmanlık eden bazı bîçarelerin de Nur Risalelerini okuyarak imanlarını kurtardığına dair muhtelif yerlerde izahatlarda bulununuyor. İşte o izahlardan biri de 26. Lem'â’daki 16. Ricâ’da görüyoruz. Şunları söylüyor Üstad: “Ben pek çok müteellim ve Nurlara gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inâyet-i İlâhiye imdadımıza yetişti. O gizlenmiş ve ehl-i hükümet onları okumaya çok muhtaç olan o ehemmiyetli Risaleleri kemâl-i merak ve dikkatle okumaya başlayıp, büyük resmî daireler adeta bir dershane-i Nuriye hükmüne geçti. Tenkit fikriyle (okudukları halde) takdire başladılar. Hattâ Denizli’de, hiç haberimiz yokken, fevkalâde perde altında, matbu Âyetü’l-Kübrâ’yı resmî ve gayr-ı resmî pek çok adamlar okudular, imanlarını kuvvetlendirdiler, bizim hapis musîbetimizi hiçe indirdiler.” (Lem'âlar, s. 262)
*
İşte, ömrü boyunca fedakârlığın ve feragatin zirvesinde gezinen Bediüzzaman Hazretleri, insanlara iman nurunu kazandırmak için, dünya-âhiret iki hayatını iki eline almış ve âhir ömrüne kadar aynı istikamette kalarak, eserleriyle ve yetiştirmiş olduğu talebeleriyle harikulâde hizmetlerde bulunmuştur. Hiç şüphesiz, o eserleri istifade niyetiyle okuyan herkes, gayret ve kabiliyeti nisbetinde nurlanmış ve imanını kuvvetlendirmiştir.