Manevî buhran, zelzele gibidir. Ferdi, aileyi, cemiyeti şiddetle sarsıyor. Bilhassa gençleri ve biçareler kısmını vurup âdeta enkaza çeviriyor.
Hz. Bediüzzaman’ın bu meyandaki meşhur sözünü hatırlayalım: “Dünya büyük bir manevî buhran geçiriyor.”
Bu büyük ve sarsıcı buhrana karşı çare olarak “İslâm’ın ter ü taze iman esasları”nı gösteren Bediüzzaman, kendisinin bütün mesaisini bu hizmete teksif ettiğini ifade ediyor.
Ayrıca, “Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum” diyen Said Nursî, başına topladığı gençlerin ve eserlerini okuyan Nur Talebelerinin de bu büyük iman hizmeti yolunda âdeta seferber olmalarını istiyor.
Nitekim, böyle bir hizmetin ne derece mühim olduğunu nazara vermek için, tüyler ürperten şöyle bir tasvir yapıyor: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor; imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” 1
Aynı bahsin devamında, “imana hizmet” vazifesini hakkıyla yapmış olmanın vicdanî huzuru içinde şu ifadeleri kullanıyor, Hz. Bediüzzaman: “…Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim; helâl olsun. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin imanını kurtarmaya vesile oldu.”
İşte, iki cihanın en büyük saadeti burada. Yaratılışımızın ve şu dünyaya gönderilişimizin en mühim gayesi de budur: Allah’ın kullarını, Allah’ın rıza dairesine çekmek ve hayatlarını aynı minval üzere yaşamalarını temine çalışmak. Gerisi ve neticesi, elbette ki Cenab-ı Hakk’a ait.
*
Bütün bu gayret ve hizmetlere mukabil, zamanımızda büsbütün şiddetlenen iman ve ahlâk buhranına çare bulmak, insanları iman ve hidayet dairesine çekmek, hiç de kolay ve basit bir iş değildir.
Yüzde seksen itibariyle cemiyetin basireti körleştiği ve gittiği yol bir bataklığa dönüştüğü için, iman kurtarma faaliyeti alabildiğine zorlaşmış durumda.
Üstad Bediüzzaman, Yeni Said’in siyasetten uzak durmasının en önemli sebebini şu sözlerle dile getiriyor: “Hizmet-i Kur’ân, beni hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten men ediyor. Şöyle ki: Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kafile-i beşer düşe-kalka gidiyor.” 2
Çare noktasında da kısaca diyor ki: Mütehayyir kalanlara ve o çamur içinde düşe-kalka gidenlere Nur göstermek lazım geliyor. Ne var ki, bir kısım idareciler, ya da dini siyasete alet edenler, bir ellerinde Nuru gösterirken, bir ellerinde siyaset topuzunu tutuyor. Bu ise, hiç doğru bir davranış değil. Zira, böyle bir davranış biçimi, tereddütte kalanların şaşkınlığını daha arttırmaya yarıyor. O bîçareler “Acaba, Nur ile beni çekip topuzla vurmak mı istiyor?” diye, şüphe ve tereddüt içinde kalır.
*
Hem burada dile getirilen hakikatler, hem de hâl-i âlem şunu gösteriyor ki: Topuzlu siyaset, kalpleri ıslâh etmiyor. Islâh etmek bir yana, yalana dolanmış olan bilhassa günümüz siyaseti kalpleri ifsad ediyor, yani fesada veriyor.
Demek ki, Kur’ân şakirtlerinin yapmış olduğu “vesvesesiz iman hizmeti” en mühim, en kıymetli, en büyük bir tebliğ ve irşad faaliyetidir. Bunun önüne başkaca hiçbir hizmet ve faaliyetin konulmaması lazım ve hatta elzem olmuştur.
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, Tahliller Bölümü.
2- Mektubat, On Üçüncü Mektup.