Mukaddes dinimizin emirleri kimsenin tekelinde değildir. Bunları korumak her Müslümanın aslî görevidir. Son siyasî kirlenmişliğin temelinde, umumun mal-ı mukaddesini kendi inhisarında gören siyasallaştırılmış gruplar vardır.
Bu mukaddesleri siyasîler tekeline aldığı sürece toplum ferdlerini bir araya getirmek mümkün değildir. Bunun sancısını yıllardır çekiyoruz.
Siyasîler, ellerini dinin mukaddesleri üzerinden çekerlerse, yirmi altı etnik toplumun yaşadığı Türkiye’de, insanların birlik ve beraberlik içerisinde yaşamaları mümkün olacaktır.
Bu konuda Bediüzzaman’ın birinci baskısı 1909, ikinci baskısı 1910 yıllarında yapılan Divan-ı Harb-i Örfî adlı eserinde bu yaranın teşhisini belirleyerek reçetesini de şöyle yazmıştır:
“İşittim: İttihad-ı Muhammedî (asm) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism-i mübareğin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim: Bu ism-i mübareği bazı mübarek zevât, (Süheyl Paşa ve Şeyh Sâdık gibi zatlar) daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat-ı alâka ettiler, siyasete karışmayacaklar. Lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez. Ben nasıl ki dindar müteaddit cemiyete bir cihetle mensubum. Zira maksatlarını bir gördüm. Kezâlik, o ism-i mübareğe intisap ettim. Lâkin tarif ettiğim ve dahil olduğum ittihad-ı Muhammedînin (asm) tarifi budur ki:
“Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetü’l-vahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini, imandır. Müntesipleri, kàlû belâdan dahil olan umum mü’minlerdir. Defter-i esmâları da Levh-i Mahfuzdur. Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir.
“Günlük gazeteleri de, i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyn’dir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlemdir (asm). Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihya ve başkalara da muhabbet ve-eğer zarar etmezse-nasihat etmektir.
“Bu ittihadın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevâhî-i şer’iyedir. Ve kılıçları da berâhin-i katıadır. Zira, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, ilâ-yı kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.
Şimdi maksadımız, o silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk ve hâhiş-i vicdaniye ile tarîk-i terakkîde kâbe-i kemâlâta sevk etmektir. Zira, i’lâ-i kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakkî etmektir.”1
Dipnot:
1- Eski Said Dönemi Eserleri, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 123.