Sadaka kelimesi (çoğulu sadakât), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddî yardımları ifade eder.
Sadaka kimi zaman zekât sözcüğü yerine onun eş anlamlısı olarak da kullanılmıştır.
Zekât İslâm’ın beş şartından biridir ve farz ibadetlerdendir. Fitre ise, bedenin zekâtı olmak üzere, Ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi gerekli bir vecîbedir. Bu nedenle sadakayı zekâttan ve fitreden ayırmak için çoğu kez sadakatu’t-tetavvu‘ (gönüllü olarak verilen sadakalar) gibi ayırt edici deyimler kullanılmıştır.
Sadakanın nasıl ve ne şekilde verileceği konusu Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetler ve Hz. Muhammed’in (asm) hadislerinde açıklığa kavuşturulmuştur. Bakara Suresinin 264. ayetinde “… sadakalarınızı başa kakmak ve azarlamak suretiyle değersiz hâle getirmeyin.”; 271. ayetinde “Sadakalarınızı açıktan verirseniz ne hoş! Ama, onları yoksullara gizlice verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır…” ve 273. ayetinde “Sadakalar kendilerini Allah yoluna vermiş olan yoksullar içindir. Bilmeyenler, tok gözlülüklerinden (edep ve efendiliklerinden) dolayı onları zengin sanır… Onlar yüzsuyu dökerek (avuç açarak) halktan bir şey istemezler…” denilmektedir.
Bunlar hâlini kimseye söyleyemeyen, muhtaç durumda olduğu hâlde başkasından bir şey istemekten çekinen ve utanan “fukarâ-yı sâbirîn”dir (sabredip avuç açmayan yoksullar). Özellikle bunların infak ve tasadduk edilmesine (nafaka ve sadaka olarak verilmesine) özel bir önem verilmektedir.
Sadakanın gizli verilmesi, sadakayı alanın onurunun korunması, başkalarına bundan söz etmeye sebep verilmemesi ve kıskançlıkların tahrik edilmemesi için gereklidir.
Hz. Peygamber Efendimiz de (asm) “Sağ elin verdiğini sol el duymamalıdır” hadisiyle sadaka taşları adı altında yardım vasıtalarının kurulmasına zemin hazırlamıştır.
“Sadaka taşı” adıyla bilinen yardımlaşma sistemi, dilenciliğin önlenmesi ya da en düşük düzeye indirilmesi için alınmış bir önlem niteliğindedir. Bu taşlar kimi yerde zekât taşı, hacet taşı, fukara taşı, hayrat deliği, hacet yeri, ihtiyaçgâh ve zekât kuyusu diye de anılmaktadır.
İslâm’ın toplumsal yardımlaşma ruhunu iyi kavrayan atalarımız, yaptıkları hayrın içine riyâ ve kibir girer, iyilik yapılan kimseler de kendilerini ezik hissederler, “günah da gizlidir, sevap da” anlayışından yola çıkarak hassas davranmışlardır.
Fâtih Sultan Mehmed Han Vakfiyesinde toplumun korunmaya muhtaç fertleri için en hassas edep ölçüleriyle kâideler konulmuştur. Padişahı böyle bir edep sergileyen cemiyetin fertleri de, sadakalarını bir zarf içinde camilerdeki sadaka taşlarına bırakırlar, muhtaçlar da vereni görmeksizin oradan ihtiyaçları kadarını alırlardı. Lâkin insanlar, ahlâk ve mesûliyet duygusu itibâriyle o derece faziletli bir durumda idi ki, ihtiyaç sâhipleri de o serbestliği istismâr etmezlerdi. Böyle sadaka taşları eski camilerimizin bazılarında hâlâ mevcuttur.