“Kanunsuz suç olmaz” prensibi gereğince, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı hiç kimse cezalandırılamaz.
“Kanunsuz ceza olmaz” kaidesi gereğince ise, hiç kimse o suç için kanunda yazılmayan bir ceza ile veya yazılan cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamaz.
Cezalar bütün şahıslar bakımından geneldir. Hiçbir zümreye ve/veya şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamıştır. Hukuk önünde herkes eşittir. Üstünlük hukuk önünde değil; ahlâk ve fazilette, Allah’ın emirlerine uymakta gösterilen titizlikte, şahsî kemâlatta olabilir.
Ceza hukukunda suç ile karşılığında verilecek ceza arasında makul bir denge olmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir davranıştır, ama kim bağışlar, düzeltme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir. Hiç şüphe yok ki O, haksızlık edenleri sevmez.”1 hükmü vardır.
KANUNSUZ EMİR
Kimilerine göre “bir kere veya bir çok kere ihlâl edilince bir şey olmayan” işimize geldiği şekilde yorumladığımız, hatta bazılarını onu “değiştirmek suçu” ile yargıladığımız Anayasa’nın 137. Maddesi’nde “Kanunsuz Emir” açıklanmıştır:
Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu hâlde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.
Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.
Felsefeci-siyaset bilimci Hannah Arendt “Kötülüğün Sıradanlığı Üstüne Bir Çalışma: Kudüs’teki Eichmann” adlı eserinde, Eichmann’ın savunmasında söylediği “Sadece, yasalara uygun olarak görevimi yerine getirdim” cümlesinden hareketle; bunun ardında yatan “devlet memuru” mantığının farklı bir eleştirisini yapar.
Arendt, haklı olarak Eichmann’ın emirlere itaat etmeyi tercih ederek düşünme ve muhakeme yetkisini kaybetmiş olmasıyla birlikte kötülüğün sıradanlaştığına vurgu yapmıştır. Adanmış ruhlar emri sorgulamaz, sadece itaat eder.
Arendt’e göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan kâbusun altında yatan o ya da bu kişinin kötü olması değil, insanların, kurbanların ve mağdurların bütün güçleriyle bu sisteme direnmekte ısrar etmemeleriydi. Yani kötülüğe eliyle veya diliyle karşı koymamalarıydı. Kalben bile karşı çıkmayıp, bilâkis taraftar olmalarıydı. Günümüzde de durum bundan farklı değil. Mesele tamamen bir zihniyet meselesidir.
Bu meseleyi anlayıp çözmek, Anadolu’nun masum, ürkek, gayretli, insaflı, vicdanlı çocuklarının belli makamlara gelince; kendisinden beklenmeyen nice kötülüklere imza atmasının altında yatan saik ve sebepleri merak edenlere de bir cevap olabilir.
Binlerce aile perişan olurken vicdanı sızlamayan, iftira atan, ihbar eden, açlığa ve sosyal ölüme terk eden, hatta “Daha beter olsunlar” diyen “sıradan” insanların/Müslümanların iç dünyasına bir ışık tutabilir belki. Kardeşinin başına bir şey geldiğinde onu terk etmek mü’mince bir davranış olabilir mi? Bu insanlar uzaydan gelmedi, bir anda ortaya çıkmadı. Bu toplumun içinden, bizim aramızdan çıktı.
Her devirde olduğu gibi, bu devirde de; hak ve hukuka sahip çıkan fertlere, liyakatli âmirlere ve âdil hukukçulara çok ihtiyaç var.
Dipnot:
1- Şûra Suresi: 40.