“Ene” veya benlik, ancak hürriyet zemininde gelişip olgunlaşır. İstibdatla yok edildiği zaman şahsiyet kaybolur. Ortaya “özerk insan” yerine, “uydu insan” çıkar.
Benlik kendimizi, kâinatı ve Rabbimizi tanımamızda bir ölçüdür. İnsanın özerk oluşudur. Benlik, insanın kendi varlığından ve sıfatlarından haberdar olması, nefsini ve malını kendine nispet edebilmesidir.
Dünyaya gönderilen insan mükellefiyet çağına gelince, Yaratıcısı ile bire bir muhatap olacak ve imtihan başlayacaktır. “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar.”
BAĞIMSIZ KARAR VEREBİLME
Özerklik; herhangi bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verebilme, kendi kendini yönetebilme kabiliyetidir. Şuurlu bir şekilde (Bediüzzaman’ın tabiriyle “aklını başkasının cebine koymadan”) kendi iradesiyle karar verebilme kapasitesidir.
Özerk insan “bir üst organa bağlı olmakla birlikte, ayrı bir yasaya göre kendi kendini yönetme yetkisi olan, kendi kendini özgürce yönetendir.”
Özerklik, gönüllü katılım üzerine kurulu, gizliliği değil, açık olmayı seçen bireylerin bir arada oluşudur. Bir düşünce ve dayanışma birliğidir.
1984 ROMANI VE GÜNÜMÜZ
‘Ben’lik şuuru gelişmeden ‘biz’ şuuru olmaz. Özbenlik algısı, insanların kendilerini tanımlama, anlama ve değerlendirme şekillerini ifade eder. Bu algı, bir kişinin kendisi hakkında ne düşündüğünü ve nasıl hissettiğini belirler ve kişinin davranışlarını etkileyebilir. Özbenlik algısı, birçok faktörden etkilenir.
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Birey olma duygusunun nasıl yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır.
Çevremize baktığımızda, kitapta anlatılanların birebir yaşandığını görüyoruz.
“KÖLELİK ÖZGÜRLÜKTÜR!”
Erich Fromm bu romana yazdığı sonsözde insanların zihinleri ile birlikte gerçeğin de denetim altına alınmasına dikkat çeker:
Orwell’ın ortaya attığı temel soru, “hakikat” diye bir şeyin olup olmadığıdır. Egemen parti der ki: “Gerçeklik dışsal bir şey değildir. Gerçeklik insanın zihnindedir. Parti neye gerçek diyorsa, gerçek odur.”
Eğer böyleyse, parti insanların zihinlerini denetim altına alarak, gerçeği de denetim altına alıyor demektir. Bu bir beyin yıkamadır. İnsanı robotlaştırır.
Zihin başarılı bir biçimde yönlendirildiğinde, insan artık düşündüğünün tersini söylemez, doğru olanın tersini düşünür.
İnsan bağımsızlığından ve dürüstlüğünden tümüyle vazgeçmişse, kendini devlete, partiye ya da şirkete ait bir meta olarak görüyorsa; “iki kere iki beş eder” ya da “kölelik özgürlüktür!” Buna rağmen kendini özgür hisseder. Çünkü artık gerçek ile yalan arasındaki ayrımın farkında değildir. Bu, özellikle ideolojiler için geçerlidir.
HÂLÂ UMUT VAR
Burada insanı tümüyle insanlıktan çıkarmanın mümkün olduğu bir resim ortaya çıkmaktadır. Orwell’ın çizdiği bu resim, kuşkusuz iç karartıcıdır. İnsan bu resme iki türlü tepki gösterebilir: ya daha da umutsuzluğa kapılacak ve boyun eğecek; ya da hâlâ geç kalınmadığını bilerek ve daha büyük bir açıklıkla ve yüreklilikle karşılık verecek.
Bu kitap güçlü birer uyarıdır. Orwell bir felâket kâhini değildir. Bizi uyarmak ve uyandırmak ister. Hâlâ umudu vardır. Özerk insan olmak istiyorsak; yılmadan, korkmadan “hakikat”e sahip çıkma zamanıdır şimdi.