“2001 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit bir proje başlatıyor. Vatandaşlara çağrıda bulunuyor. ‘Cumhuriyet’in 100. yılına mektuplar yazalım.’ Cumhuriyetin 100. yılında Millî Eğitim Bakanı olarak ben görevdeydim. Bu proje kapsamında yazılan mektuplar bana geldi. Eğitimle ilgili Türkiye’nin nasıl olduğunu anlatan mektuplar. Öğretmenlerimiz mektup yazmış, ‘Cumhuriyet’in 100. yılında Millî Eğitim Bakanından talebimdir. İnşallah Cumhuriyet’in 100. yılında 40 kişilik sınıflarda ders anlatabilirim.’ diyor. Demek ki öğretmenimiz 70-80 kişilik sınıflarda ders anlatıyormuş. Şu an Türkiye’de derslik başına öğrenci ortalamamız 20’lerde. Sayın Cumhurbaşkanımız dedi ki ‘Bu ülkenin ana meselesi eğitimdir. Eğitime yapılan yatırım bu ülkenin geleceğine yapılan yatırımdır.’ Eğer siz ona destek olmasaydınız, o da biz de bunları yapamazdık.”
Derslik başına öğrenci ortalamasının 20’lerde olması büyük başarıdır. Ama doğru ise.
Biz bu bilginin doğru olduğuna inanamıyoruz.
Basit ve esaslı bir misal verelim:
Bir okuyucumuzun aktardığına göre İstanbul Kartal’da eski bir yerleşim yerinde bulunan ve 1986’dan bu yana eğitim veren Eğe Sanayi İlkokulunun 2/E sınıfında 42 kişi eğitim görüyormuş. Diğer sınıfların da ortalaması üç aşağı beş yukarı aynı imiş.
Bu demektir ki İstanbul’daki devlet ilkokullarının standardı sınıf başına 20 değil 40 öğrenci.
Özel eğitim kurumlarını ve köy okullarını da dahil edince bu ortalamanın Türkiye genelinde 30 civarında olabileceği düşünülebilir.
Ancak kanaatimizce bu hesap tarzına göre bir rakam vermek de doğru olmaz. Bakan da bu yanılgıya düşmüş ya da düşürülmüş.
İstanbul gibi bir megakentte ortalama neyse Türkiye’nin ortalaması da bu sayıdır veya öyle sayılmalıdır.
Bakanın paylaştığı bilgiyi güncellemesini arzu ederiz.
Ancak bizce eğitimin ana meselesi sınıfların kalabalıklığından ibaret değil.
Eğitimin ahlâkî kalitesi de çok önemli.
Bakan bu konuda da bir şeyler söylemiş ve özetle eğitimde bu milletin değerleriyle uyumlu yerli ve millî projeler uyguladıklarını ifade etmiş.
Bu bir iyi niyettir. Desteklemek gerekir.
Bakanlığın, Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra Projesinden de faydalanmış olmasını dileriz.
O proje din ve fen ilimlerinin birbiriyle mezcedilerek öğretilmesi esasına dayalı.
Bu dindar milletin gündeminde öteden beri var olan ve 15 Temmuz’dan kısa süre önce TBMM’nin de gündemine gelmiş olan, ama o meş’um hadisenin sonrasında her nedense(!) unutulmuş veya uyutulmuş olan Zehra Üniversitesi kurma teşebbüsünün akıbeti hakkında maalesef bir bilgimiz yok.
Bir vakıf üniversitesi olarak Van’da kurulması düşünülen bu eğitim kurumuna ve benzerlerine hem Türkiye’nin ve hem de bölgenin ve hatta dünyanın büyük ihtiyacı var.
Aslında din ile bilimi, akıl ile kalbi, mektep medrese ve tekkeyi mezceden Medresetüzzehra, anaokulundan üniversiteye kadar tüm eğitim basamaklarında uygulanabilecek ve uygulanması gereken bir proje. Gerçekten yerli ve milli.
Hakkında bu güne kadar onlarca kitap ve yüzlerce akademik makale yayınlanmış olan ve dünyaya örnek olabilecek bir eğitim modelinden söz ediyoruz.
Son on-on beş yılda kızağa çekilmiş ve bankamatik memuru hâline getirilmiş olan çok sayıda Millî Eğitim uzmanının ve bürokratının yakından bildiği ve uygulanmasına hazır olduğu bu projenin yeniden gündeme gelebilmesi eğitimde Türkiye’nin de önünü açar.
Keşke Bakanlık bu modeli incelese ve sahiplense.