“Biz hocaların vazifelerini yapmalarını istiyoruz. Siyasete karışmamalarını, devlet memuru olduklarını unutmamalarını ve başkanlığımızın kendilerine verdiği çerçevenin dışına çıkmamalarını istiyoruz, Diyanet olarak.” İmamların/hocaların vazifelerinin tanımı henüz yapılmış değil. Sıradan bir cemaat; “Şu imam camide siyaset yaptı” dediğinde, bu “siyaset yapma”nın da tanımı yapılmış değil. Memuriyetin bütün memurlara getirdiği katı resmî hayat biçiminin, imamlar için ne kadar esneyeceği de belli değil… İşte bütün bu belirsizlikler içinde imam, Diyanet’teki amirinin iki dudağına mahkum oluyor, yanlış yapmamak için…
12 Eylül İhtilâlinden önce (liseyi bitirdiğimde) ancak üç ay imamlık yapabilmiştim. Yaz tatilinden sonra üniversite hayatı başlamıştı. Edebiyattan sonra, İstanbul’da bir selâtin camiinde imam olduğumda Atatürkçülük adına cunta demokrasiyi katletmişti. Cumhurbaşkanlığından Başbakanlığa, oradan valilere ve oradan da kaymakamlıklara süratlice inen dehşetli istibdadı, biz de camilerde hissetmeye başladık. Diyanet’in merkezinde bir kadro, bize hazır hutbeler gönderiyordu. Eski gelenek devam ettiğinden, bazı arkadaşlarla hutbelerimizi kendimiz hazırlıyorduk. Haftada iki-üç günümüzü alıyordu, bu hutbe hazırlıkları… Bazı camilerdeki kimliksiz vazifeliler, merkezden gelen hutbeyi okumayan hocayı önce müftüye sonra askerlere jurnalliyorlardı. Çok faziletli olan Beyoğlu müftümüz, meseleyi üzerinden atabilmek için rahmetli murakıp Sadık Ağabeyi camiime göndermişti…
Tam kırk dört sene geçmiş. Bu defa başımızda asker falan yok. Milletini çok sevdiğinden “dindar nesil” yetiştirmek isteyen 12 Eylül takipçisi AKP hükümeti var. Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesini yüz katına çıkarmış, Başkanımıza özel uçak tahsis etmiş ve her caminin çevre düzenlemelerini mahiyetindeki belediyelere yaptıran bir hükümetimiz var. Fakat imamlara yine bir merkezden hutbeler geliyor ve o hutbeyi cep telefonundan cemaate okumayan imama soruşturma başlatılıyor. Ve bu manzara karşısında kendinize sormadan edemiyorsunuz: 12 Eylül’ün cuntasından AKP’ye, şu imamların Cuma’larında ve hutbelerinde ne değişti?
12 Eylül’den önceki imamların çoğu ilkokul veya ortaokul mezunuydu. Üniversiteyi bitirmiş veya medreseden çıkarak kendisini yetiştirmiş hocalarımızın, Cuma ve bayram hutbeleri kitapları vardı… Belki de yüze yakın… Hutbe hazırlayamayan hocalarımız o kitaplardan istifade ederlerdi. İmam Hatip mezunu hocalarımızın çoğu da, hutbelerini bizâtihi kendileri hazırlıyorlardı. Zamanla cemaatini doyuracak seviyede vaazlar da verebiliyorlardı. Sistem, hocaların kendilerini mütemadiyen geliştirmelerini âdeta zorluyordu. Hoca/imam demek, okumak demekti. Hiç olmazsa sahasındaki yüzlerce irili ufaklı kitaba ulaşma mecburiyeti hissediyorlardı. İşte Türkiye demokrasisini katleden Kemalist 12 Eylül İhtilâli önce korkuyla imamların ellerini bağladı ve daha sonra da çoğu imamlar hazır metinlere alıştılar, araştırma ve kendilerini geliştirme süreçlerinden koptular.
12 Eylül rejimi, hürriyeti yasaklamıştı. Devlet ile irtibatlı herkesi askerî disiplin ile zapt u rapt altına almıştı.
Sonra, kendisini ehl-i tarik olarak lanse eden Turgut Özal geldi ve onu da İmam Hatipli AKP’liler takip ettiler. AKP kurmaylarını mânevî himayesine alan İmam Hatiplilerin meşhur hocaları, bu dindar bilinen hükümetlerin Diyanet ve imamlar üzerindeki istibdadına ses çıkarmadılar. Hatta çoğu akademisyen olan kadrolarca hazırlanan hutbelerin seviye olarak yüksek olmasından dolayı, istibdatçı hükümete teşekkür bile ettiler. İşte hocalarımız hem okumayı/araştırmayı ve hem de yazmayı bu şekilde unutmuş oldular. Elbette bunu bütün imamlarımız için söylemiyoruz. Fedakârca ilme/irfana çalışan ve çevresindeki insanları cehaletten ve cehalete bağlı olarak küfürden ve sefahatten kurtarmaya çalışan gayretli hocalarımızı tebrik ediyoruz. Bazılarının ise içlerindeki hamiyet ve gayret feveran etse de, Diyanet’in bilmecburiye getirdiği sıkı tarassut ve cemaatten gelecek en küçük şikâyeti bertaraf etme adına uyguladığı baskı, o hamiyetli hocalarımızın hem ellerini hem de ayaklarını bağlıyor.
Neticeye gelince; 12 Eylül İhtilâli’nin üzerinden kırk dört sene geçtiği halde, bu gizli istibdadın devam etmesi AKP hükümetinin yüzkarası olsa gerek. AKP, hükümet olarak, siyasi menfaatleri için Diyanet’in yakasını mutlaka bırakmalıdır. Diyanet de bu kırk senelik istibdat geleneğinden koparak hocalarını/imamlarını ilme, araştırmaya, tebliğe ve örnek insanlar olmaya teşvik etmelidir. Günümüzdeki imamların çoğu, artık üniversite mezunu… Hem hutbesini, hem de vaazını hazırlayabilecek donanımda hocalarımız var. Hocalara/imamlara bilgi ve kaynak akışı devam etmeli, fakat kürsülerine müdahale edilmemelidir. Cemaat onları efkâr-ı ammenin istediği çizgide tutar. Kaygı çekmesin, Diyanet’imiz.