Yiğit düştüğü yerden kalkacaksa, kırk küsur seneden bu yana doğrulayamayan Türkiye demokrasisine paralel, sendeleyip duran Avrupa demokrasilerinin de maruz kaldığı darbeleri, mekânları, zamanları ve hâdiseleri dikkatlice gözden geçirmemiz gerekiyor.
Veya öncelikle, günümüz demokrasilerinin en büyük baş belası olan organizeli küresel Marksist kapitalistlerin veya demokrasi münafıklarının mahiyetlerinden kısaca bahsedelim. Küresel sermayeyi, “enternasyonalistler”in yardımıyla gizlice kontrollerine alan bu global cereyanın uydurduğu “Pazar Ekonomisine” müdahalelerle yardımcı olan Yeni Muhafazakârların düğmeye bastıkları “Amerikan Yüzyılı”ndan bahsediyoruz. 11 Eylül ihtilâlini, BOP’un mahiyetini, Arap Baharı’nı ve AB’yi çökertme projesi olan Ukrayna savaşının başladığı 2014 renkli devrimlerin mahiyetleri bilinmeden, Amerika demokrasisinin farklılığını öğrenemeyiz.
Hâdiseye hem demokrasimiz hem de AB demokrasileri cihetleriyle bakacağız. Türkiye’miz için Amerika demokrasisinin önemi tartışılmaz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili demokrasiye geçişimiz, hür Batı’yla hareket ederek komünizm musibetinden korunmamız, Marksist-Kemalist ihtilâllere rağmen demokrasimizi 1980’lere ulaştırabilmemiz gibi onlarca müspet neticesini burada sayabiliriz.
Bazı araştırmacılara göre, AB demokrasilerinin, küresel Marksistlerin tuzağına düşmelerine Türkiye sebep olmuş. Ronald Reagan-Margaret Thatcher-Helmut Kohl-Turgut Özal dörtlüsünün Marksist küreselcilerin kulüplerine dâhil olmaları, başta Almanya olmak üzere AB demokrasilerine ciddî zarar vermiştir, diyorlar. Türkler de diyebilirler ki, “Avrupa’da Helmut Kohl ile Margaret Thatcher gibi neoliberal politikacıların olduları yerde Özal’ın kıymeti mi olur?” Fakat 1970’lerin başında Dünya Bankası bünyesinde Kemal Derviş ile birlikte Neoliberallere katılan Özal’ın, ABD ve Asya ekonomileri (İslâm ülkeleri) arasında önemli bir köprü olduğu inkâr edilemez.
ABD’nin ve İngiltere’nin pazar ekonomicileri ve “Açık Toplumcu”ları, Özal ile ülkeye gönderdiği kadrolarla, yarım asra yakın sürecek bir sivil istibdadı inşa etmişlerdi. (Askerlerin “Bin sene devam edecek” dedikleri istibdat) Özal sayesinde Orta Doğu’ya taşınan çatışmalar, bilhassa Kuzey Irak problemleri, Türkiye merkezli Marksist Kürt yapılanması ve dinî cemaatlerin şiddetli bir istibdat altında paramparça edilmeleri, demokrasi düşmanı Kemalizm-Sosyal Marksizm’in işini harika biçimde kolaylaştırdı. Dindar siyasetçilerin eliyle dinî ve millî değerlerin katliamı bu dönemde gerçekleşti. Programın hazırlandığı merkezin ABD’deki Neoliberal enstitüler olduğunu bilmeyen araştırmacımız yoktur. Özal ile birlikte Türkiye’de ve diğer bazı Müslüman ülkelerde açılan özel okullardan Amerika’ya ve İngiltere’ye gönderilen elemanların kısa bir sürede dönüp demokrasi karşıtı projelerde vazife almaları hatta bazı yerlerde renkli devrimlerde öne geçmeleri, mutlaka araştırılması gereken bir unsurdur. Bu geleneği AKP aynen devam ettirdi. Hangi elemanların hangi okullardan Neoliberallerin entegrasyon programlarına gönderildiğini, AKP’nin bütün kurmayları biliyorlardı. Ta ki Neoliberallerle Neoconların yollarını ayırdıkları 2016 Temmuz’una kadar…
Yukarıdaki anahtar bilgileri internet ortamında teyid edebilirsiniz. Maksadımız, demokrasimizi önce 12 Eylül 1980’de Kemalizm’in eliyle mahkûm eden Neoliberallerin, 11 Eylül ihtilâliyle birlikte renkli devrimleri dünyamızın diğer kıtalarına nasıl taşıdıklarına işaret etmekti. Türkiye vasıtasıyla İslâm âlemi’ni ve Türkî ülkeleri yakalayan Neoliberaller, ellerindeki ticarî imkân ve sermaye ile de Avrupa siyasetini de parçalamaya başladılar. Ticaret ile AB’yi karıştırma işinin Çin üzerinden yapıldığını da unutmayacağız. Günümüz Çin’inin sermaye ve bağımsızlık cihetiyle ABD Neoliberallerinin emrine nasıl girdiğini merak edenler, Yeni Asya Araştırma Merkezi’nce yayınlanmış “Neoliberaller” kitabını okuyabilirler.
Avrupa’daki partileri parçalamada kullanılan Kızıl Yeşiller hareketinin mucidi Helmut Kohl olduğu gibi, PEGİDA’nın ve AfD’nin de mûcidleri Angela Merkel ve George Soros’un internetteki Avrupa vakıf ve enstitü çalışmalarından çıkarabilirsiniz.
Dünya demokrasi savaşının iki noktada başlama ihtimalini bekliyorduk: Brüksel veya Washington. Büyük Ortadoğu Projesi, kıta imalatının gizlice Çin’e taşınması ve nihayet Arap Baharı ile AB’yi istikrarsızlaştırabilen Neoliberaller, Ursula von der Leyen ile zafer bayraklarını Brüksel’e diktiler. Küresel müstebit cereyana karşı geriye Amerika kalmıştı. Millî ve demokrat Amerikalıların başlattıkları demokrasi savaşı kalmıştı. Yüzlerce mahkemeye ve iki-üç kez suikastlara rağmen ABD halkı, küresel istibdada veya demokrasi münafıklarına geçit vermedi. Tıpkı Andrew Jackson’ın zamanındaki gibi… Veya İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarındaki başkanlar gibi… Veya John Kennedy gibi…
Amerikan demokrasisine, inşallah devam edeceğiz...