Amerikan Demokrasisinin farklarına değinirken; kapital sahiplerinin küresel hürriyet düşmanlarıyla olan ittifaklarından da bahsetmiştik. Amerika’nın günümüzün kapital merkezi olduğu tartışılmıyor.
Bu önemli konuyu, Yeni Asya Neşriyat’ın yayınları arasında çıkan “Doların Efendileri” kitabına havale edelim. Kapitalin bilhassa Avrupa’dan bu kıtaya geçiş serüveni, kapital sahiplerinin hürriyet ve demokrasiye karşı kurdukları bankalar ve işbirlikleri, evliliklerle kuvvetlenen küresel aileler ve birçok ilginç hususu merak edenler oradan okuyabilirler.
Bizi ilgilendiren nokta; materyalizm veya Marksizmin Amerika sermayedarları ile ittifak kurup demokrasiye karşı savaş açmalarıdır. Savaşın başladığı 1832 ile 2024 arasındaki seyri, demokrasi tarihçileri yazacaklardır. Ahlâkın çok zayıfladığı, ahirete imanın sıkıntıya girdiği ve dünya hayatının neredeyse tapınılacak noktaya gelişiyle birlikte, demokrasi karşıtları dünyanın dört bir yanında organizeli kapitalist çetenin desteğiyle büyük savaşlara girmiş durumdalar. Bu savaşın en büyükün de Çin’de başlayacağını, ruhlar çoktan hissetmeye başladılar. Globalce, Marksist felsefenin rehberliğinde, ekserisi Yahudî sermayedarların desteğinde ve teknolojinin son harikalarını kullanan demokrasi düşmanlarına karşı bir devletin veya coğrafyanın yekbaşına mücadele edemeyeceğini, Said Nursî Mektubat isimli eserinde genişçe anlatıyor. Devletler üstü, semavî dinlerin ittifakında ve fıtratı müdafaa çerçevesinde kurulacak bir beraberliğin dışında, hiçkimsenin yalnızbaşına demokrasi karşıtlarını mağlup etmeleri mümkün olmayacağına göre, günümüz Amerika ve müttefiklerinin hâlleri en uygun olanı olsa gerek…
Bediüzzaman’ın Avrupa ikidir, fikri burada da bize ölçü olacaktır. Müsbet ve menfî olmak üzere iki Amerika’dan da bahsedebiliriz. Birinci Dünya Savaşı’nı İngilizlere ve İkinci Dünya Savaşı’nı Sovyetlere kazandıran Amerika’dan bahsetmiyoruz. Haim Naum’u Türkçülük etiketiyle Kemalistlere hediye eden Amerika’dan da. Ülke idaresine hakim olan Yahudî sermayesinin dümen suyundan çıkamadığından; İsrail’in Filistin ve komşularına yaptığı zulme destek Amerika mevzumuz dışında…
Amerika’nın dünyanın en kuvvetli askerî, ticarî ve teknolojik güce sahip olduğunu unutmayarak Birinci Amerika’nın semavî dinlere, demokrasiye ve fıtrata bağlılığından bahsediyoruz. Donald Trump’ın dindarlığından bahsedenler; Hristiyanların dine taraftar başkanlarına « …belki Hazret-i İsa Aleyhisselâmın bir mukaddes vekili diye, o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hıristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hatta Amerika’nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngilizlerin esbak Reis-i Vükelası Lloyd George gibi çoklar var ki, mutaasıb birer papaz hükmünde dindar oldular.1 Mesih nazarıyla baktıklarını da unutmamalıdırlar.
Söz Donald Trump’a gelmişken şu husus da belirtelim. Bediüzzaman, büyük davaların fânî şahıslara bırakılmayacağından bahsediyor. Dava demokrasi, hürriyetler, insaniyet ve semavî dinler ise kişilerin ismi burada sıraya giremez. Ölümün pençesindeki fânî, güzel şeylere sebep olabilir. Türkiye demokrasimizin ayağa kalkamamasının bir sebebi de; Trump kadar yürekli ve halkla iç içe bir parti başkanının meydana çıkamayışı olamaz mı ? Amerikan siyaseti hem demokrasiyi bir zafer olarak görme, hem küresellerin entrikalarıyla içiçe yaşama ve hem de halklarına ihanet edenler cihetiyle Avrupa demokrasisine hiç benzemiyor.
Amerika halkı, Avrupalıların yaşadıklarını –dedeleri itibariyle- yaşamadıklarından biraz daha cesur davranabiliyorlar. İkinci Dünya Savaşı hezimeti ve ardısıra barışla geçen yetmiş sene, Avrupa’yı sosyal çatışmalarda hem tedbire ve hem de tedirginliğe itiyor, diyebiliriz. Dünyevîleşme, rahatlarının bozulma korkusu ve kendi değerlerinin tahrip edilmesine seyirci kalan bir Avrupa; maalesef millî kimliği ile birlikte sosyal marksistlere karşı demokrasi kimliğini de tehlikeye soktu. Halbuki Amerikadaki demokrasi sevdalıları; Almanların İkinci Dünya Savaşı sırasındaki medenî cesareti gösterebildiler. Bir mektubunda Bediüzzaman onları şu cümlelerle tavsif ediyor.
“[...] resmî ilânıyla, ‘Allah’a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim’ diyen bir hükümet yüz milyon küsur iken, dört yüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dört yüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin’e ve Amerika’ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibâne, öldürücü darbe vuran o hükümetteki muharip cemaatin şahs-ı manevisiyle[...]”2
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 104.
2- Kastamonu Lâhikası, s. 54.