“Asya’da, âlem-İslâm’da, üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde [Çarlık Rusya’sında], birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacak. Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek [büzülecek], ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Yukardaki diyalog Risaleler’de geçiyor. Demokrasinin 31 Mart İhtilâli ile sıkıntıya girdiği ve Bediüzzamanın sıkıyönetimde idam ile yargılanıp beraat ettiği günlerde, memleketine Karadeniz ve Batum yolu ile gelirken, Tiflis’te Rus polisi ile yaptığı muhavereden bir parçadır. Şeyh San’an Tepesinden çevreyi izlediğinde, neyin peşinde olduğunu soran muhatabına; üniversitesinin temelini atacağı yeri, söyleyince;
“Heyhat! Şaşarım senin ümidine! İslâm parça parça olmuş?” diyor Rus polisi… Said Nursî, “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar” diyor ve devam ediyor.
“Yahu, şu asılzade evlât, şahadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir” ve diyaloğunun devamındaki cümle zamanımızın eteklerine şavkını vuruyor gibi…
“Asya’da, âlem-İslâm’da, üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde, birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacak. Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek, bende gelip burada medresemi yapacağım.1
Zamanın en büyük müfessir olduğuna inanırız. Aynı meselede zamanlar, farklı hükümler gösterebilir. 1970’lerin başında bu heyecanlı meseleyi okuduğumuzda, zamanın müfessirleri başka manalar çıkarıyorlardı. Bugünün manası elbette elli beş sene öncekisinden farklı olacaktı.
Bediüzzaman’ın basiretiyle haber verdiği Tiflis, Azerbaycan ve o günün mutlak istibdadı altında inleyen şehirlerde, 1990’lardan sonra medreselerin kurulduğunu gördük. Yani Bediüzzaman’ın Medresetü’z-Zehrası’nın şubeleri… Peki, Rus askerî mekteplerinde tahsil gören Müslüman Kafkasyalı, Tataristanlı, Türkistanlı ve Dağıstanlı asilzade çocuklar harp diplomalarını aldılar mı? Almış iseler, şimdi hangi kıtanın başında dehşetli insaniyet düşmanlarına karşı mücadele veriyorlar…
Sakın; Şam-ı Şerif’i 2011’den sonra Deccaliyet’ten kurtaranların arasında bulunmasınlar veya paramparça edilmek istenen Libya’da, Nijer’de, Mali’de ve Burkina Faso’da savaşmakta olmasınlar…
Bu mücahid, harp sanatını öğrenmiş, cesur ve Allah için canını feda eden kahramanlar biryerlerde görev yapıyorlarsa- metne göre yapmaları gerekiyor- şimdi nerede olabilirler?
Bu manayı anlamak kolay değil. Rusya’nın Sovyetler döneminde Bolşevikler’de olması, Dağılmadan sonra Rus topraklarını ve devletini global hegemonyalarına katamadıklarından Neoliberallerin aleyhlerindeki şiddetli propagandayı da anlamamız gerekiyor. İkibinlerin başında AB’nin müttefiki olarak Avrupa gazetelerinin manşetlerinde Schirak ve Schröder birlikteliğin içindeki Putin’in, 2014’ten itibaren şeytanlaştırılması ve dünya kamuoyuna diktatör olarak lanse edilmesi ve daha sonra Neoconların AB’yi ele geçirerek başlattıkları Ukrayna Savaşı gibi zahiri sebeplerin gölgesinde, yukardaki manayı metinlerden çıkarmamız, hakikaten zor.
Sosyal Marksistler’in Rusya aleyhindeki propagandasına; bizdeki bir kısım milliyetçi ve siyasal İslâmcıların klasik tarih perspektifleriyle (Osmanlı düşmanı ve sıcak denizler meselesi) Bediüzzaman’ın sözlerinden doğru istinbatın sahası, iyice daralıyor…
Kur’ân’ın zamanımızdaki müfessiri ve temsilcisi olarak Bediüzzaman’ı okuyanları, zaman hüsrana uğratmayacaktır, kanaatindeyiz. Beşerin sosyal meselelerine, Meşrutiyetin/Hürriyetin ilânıyla birlikte, Kur’ân penceresinden istikbali gösteren Said Nursî’yi zaman, mütemadiyen tasdik ediyor.
Said Nursî’nin Kur’ân’dan ve Kur’ân’ın tercümanı olan Efendimizden (asm) konuştuğunu bilenler, Onu hep dinlediler. Ahirzaman iğfallerinin şaşırttığı bir kısım ulemanın baskıları, magazince oluşturulan yalancı efkâr-ı ammeler, dünyaperestlerin vaad ve rüşvetleri, Nurları okuyanları yollarından ayıramadılar. O bir avuç hakperestler de, ümmete nokta-i istinad olup âlem-i İslâmın büyük felâketlere uğramaması bir asırdır fedakârca devam ediyorlar.
Dipnot:
1- Sünuhat, s. 84.