Bu sözümüzü, semavî dinlere inanmayan ve demokrasiyi de kaos rejimi zannedenler, ABD demokrasisinin dinî temellere dayandığı şeklinde değiştirecektirler.
Esasında; bütün demokrasilerin temellerinde dinî paradigmalar vardır, dememiz doğruydu. Bu gelenek Kadim Yunan Demokrasisine kadar dayanır.
Bediüzzaman Amerika’daki dindarların inanç telakkilerinden bahsederken ;
“Nazif kardeşimizin mektubu ehemmiyetlidir. Hakikaten Amerika da, siyasete alet değil, belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşaallah Asa-yı Musa yı alan, o dindarlardandır.”1 sözleriyle, dinin oralarda siyaset ve menfaate alet edilmediğini ifade ediyor. Materyalizme, ahlâksızlığa, küresel işgale ve savaşlara karşı olduklarından dolayı Donald Trump’a rey verenlerin psikolojilerini ve hayat hâllerini; Amerika’daki Müslüman kardeşlerimiz- siyaset ile kafaları karışmamış olanlar- daha doğru tahlil edebilirler. Hem Amerika’da ve hem de Avrupa’da; materyalizm felsefesini program edinen partilere ve bu istikamette siyaset yapan yeşil, sol ve neoliberal görüşlülere çok büyük tepki olduğunu biliyoruz.
ABD demokrasisini, sun’î partilerle bölmek isteyenlere Amerikan seçmeni yüz vermemiş ve ancak durumu kavrayamayan bazı yabancılar bu tuzağa düşmüşler. AB demokrasisini taşıyan ana direk büyük partileri rüşvet ve aldatmakla küçük partilere bölen Neoliberallerin de mahiyeti, bundan böyle medyada yazılıp çizilecektir, ümidindeyiz. Bediüzzaman’ın hem iç siyasette ve hem de global dünya siyasetinde verdiği ölçüler; semavi dinlere, fıtrata, ahlâka ve insaniyete taraf olanlarla karşı olanların ayrışmasını sağlıyor. Demokrat Partinin ve ülkenin idarecilerine, İslâm Birliği ana fikri ile gönderdiği mektubundaki;
“Çünkü hariçteki kuvvet tahribatı manevîdir, imansızlıkladır. O manevî tahribata karşı atom bombası, ancak manevî cihetinde maneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir.” ifadesinde de aynı mana var.“2 Ülke haricinden ihtilal ve müdahalelerle gelen tehlikenin dinsizliğe dayandığını tekrar ediyor.
Padişahların, Şeyhülislâmların, Başkomutanların ve ulemanın hürmet ettikleri Bediüzzaman’ın fiilî siyasete girmemesinin ve mutlak istibdadın başladığı 1923 ten çok partili 1950 ye kadar idarecilere arkasını dönmesinin sırrı; yalnızca Müslümanların değil, bütün insanlığın saadetine, imanlarına, hürriyetlerine ve aydınlanmalarına hayatını adaması değil miydi?
Her meselelerinde kendilerini ABD hükümetleriyle istişareye mecbur zanneden Demokratlara serzenişini de buraya alalım.
“Mâdem elli beş sene bu meseleye bütün hayatını sarf etmiş ve bütün dekaikiyle ve neticeleriyle tetkik etmiş bir adamın bu meselede reyini almak ve fikrini sormak lâzım gelirken, Amerika’da, Avrupa’da bu meseleye dair istişareye kendinizi mecbur bildiğinizden, elbette benim de bu meselede söz söylemeye hakkım var.”3
Amerikan Demokrasisinin dine müsamahası, yeri geldiğinde referansı ve semavî dinlere yardımı, elbette fıtratın gereğidir. Bizdeki Marksist-Kemalist müstebit zihniyetin münafıkça millete dikte ettiği cumhuriyetin, hürriyetin, demokrasinin ve laikliğin; ABD ve AB dekiler gibi olmadığını ve dinsizliği millete yaymak için sözkonusu unsurların isimlerinin kullanıldıklarını zaten biliyoruz.
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 138.
2- Age., s. 440.
3- Age., s. 440.