Aslında bir hukukçu olan muhterem Kâzım Güleçyüz’ün bütünü beraatle neticelenen önceki yargılamalarında devletin çeşitli istihbarat kurumlarından gelen “raporlar”da uydurma en ufak şâibeye rastlanılmaması, hakkındaki iddiaların birer “iftira”dan ibaret olduğunu ortaya koyuyor. “Yandaş medya”nın isnatlarının asılsızlığı mahkeme kararlarıyla ispatlanıyor.
TAMAMEN KEYFÎ VE HUKUKSUZ…
Bu açıdan Ankara’da görüştüğümüz bütün hukukçular ve deneyimli siyasiler, Güleçyüz’ün dosyasında “mesajı”nın asla “suç sebebi” sayılmayacağını, isnadın cezâyı mucip olmadığını; tutuklanmasının hiçbir hukukî mesnedinin bulunmadığını belirtiyorlar.
Güleçyüz’ün soruşturmaya tabi tutulmasının doğrudan ifade hürriyetine bir saldırı olduğunu; “mesajı”nın “suç” sayılması halinde hâlen iktidar partisi milletvekilleriyle yöneticilerinin en az yarısının tutuklanıp cezalandırılması gerektiğini bildiriyorlar.
Bilhassa “terör örgütü propagandası” türetmenin hukuka sığmayacağını, asla kabul edilemez bir keyfilik olduğunu, müsnet suçun oluşmasına dayanak olabilecek nitelikte olmadığını açıklıyorlar. Ayrıca hukukun şahsî-siyasî bakışlarla “araçsallaştırılamayacağı”nı, aksi takdirde yargının “tehdit aracı”na dönüşeceğini kaydediyorlar.
Hâsılı, Güleçyüz’ün kırk yılı aşan gazeteciliğinde yazılarıyla, konferanslarıyla, sohbetleriyle, zulme, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı kararlılıkla verdiği adâlet ve demokrasi mücadelesi, hak ve hukuk müdafaası, bütün isnad ve iddiaları berhava ediyor.
GÜLEÇYÜZ’E İSNADLAR İFTİRADAN İBÂRET
Gerçek şu ki hukukçular, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) belirlediği düşünceyi ifâde özgürlüğünün en temel insan hakkı olduğunu, “hakaret”, “tehdit”, “açıkça şiddet çağrısı” olmadığı sürece en şoke edici aykırı görüşlerin bu hakkın teminatında olduğunu; hiç kimsenin düşünceleri sebebiyle baskı altına alınamayacağını teyid ediyorlar.
Daima darbelerin ve terörün karşısında durmuş; en zor şartlarda demokrasi, hukuk ve insan hakları yanında açıkça yer almış bir câmianın bir mensubu olarak Kâzım Güleçyüz’ün sırf bir “paylaşımı”ndan dolayı gözaltına alınıp tutuklanmasıyla BM Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 18. ve 19. maddelerdeki “Herkesin, istediği düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahip olma hakkını ve hiç kimsenin müdahalesi olmaksızın kanaatlerinden dolayı rahatsız edilemeyeceği” temel kuralının hiçe sayıldığını ve bu oldu-bittinin Anayasanın fikir ve ifâde özgürlüğü kapsamında hiçbir demokratik hukuk devletinde kabul edilemeyeceğini tasrih ediyorlar.
“SORUŞTURMA, ANAYASAYA, AİHM’E VE AİHS’E AYKIRI…”
Bunların yanı sıra demokrat olmanın, söz hakkını savunmanın, entelektüel ahlâkın gereği olduğunu; gazeteciliğin, fikir ve ifadenin suç olamayacağını, şiddet içermediği sürece ifadeleri sebebiyle insanların tutuklanamayacağını; buna bağlı olarak Güleçyüz’ün bir gazeteci olduğunu, dürüst gazetecilik yaptığını ve gazeteciliğin suç olmadığını uyarıyorlar.
Muhterem Kâzım Güleçyüz’ün, bir “başsağlığı” mesajından dolayı muâheze edilmesiyle, Türkiye’nin Anayasanın 90. maddesinde taahhüd ettiği “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalar”ın başında gelen ve iç hukuku bağlayan AİHS’in “ifade özgürlüğü”ne dair 10. maddedeki “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve açıklama hürriyetini de kapsar” kapsamında olduğunu belirtiyorlar.
Uluslararası hukuk ajansları, iktidardakilerin yanlışlarını eleştirilerin bu tür “ithamlar”la suçlanmasının “‘Rahmet ve adâlet dileme’ de güdümümüzde, aksi halde sizi tutuklarım!” şantajıyla ifade hürriyetinin çiğnendiğini; sırf belirli ifadeleri iktidardakilerin siyasetiyle uyuşmadığından bir gazeteciye ve sosyal medya kullanıcısına soruşturma açılıp sansüre uğramasının AİHM kararlarıyla içtihadlarına ve AİHS’ne aykırı olduğunu tasrih ediyorlar.
Bu bakımdan şiddetle ilgisi olmayan bir gazete yazar-yöneticisinin tutuklanmasının asla kabul edilemeyeceğini, Kâzım Güleçyüz’e dayatılan demokrasi ve hukuk dışılıktan bir an önce dönülmesinin âciliyet kesp ettiğini vurguluyorlar.
GÜLEÇYÜZ BERAAT EDECEKTİR
Bunun için inanıyoruz ki Bediüzzaman’ın kahraman talebelerinden Mehmet Kayalar’ın mahkemedeki müdafaasında ifade ettiği gibi bütün baskılara rağmen “kâinat Hâlıkı’nın Hak ve Âdl isimleriyle birçok esma-i İlâhiyenin tecelligâhı olan mahkemeler”, eninde sonunda “hak tanımaz mağrur zâlimleri huzurunda serfürû ettiren, zulüm ve gadirle hukuku ihlâl edilmiş mazlumların hakkını teslim eden âdil mahkemeler” olacaktır. (İşârât’ül İ’câz 164)
Ve inanıyoruz ki aynı mihraktan pompalanan iftiralara karşı feverân eden efkâr-ı umumiye ile zihnî aldatmalar ve demagojiler bu olayda da dağılacak; “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hakka fedâ edilmez” hakikati burada da tecelli edecek; ve Kur’ân’ın dört esasından biri olan “adâlet” hakikatiyle Kâzım Güleçyüz Ağabeyimiz bu “dava”da da beraat edecektir.
“Evet, bir gün elbet doğar şems-i hakikat,
“Hiç böyle müebbet mi kalır zulmet-i âlem!”