"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Sârî Hastalıklar” gibi intişar eden şu “İstibdat”larımız…

Orhan Ali YILMAZ
29 Temmuz 2024, Pazartesi
Üstâdımız Bediüzzaman Said Nursî, asrın başında, şu Âlem-i İslâm’ın “hastalıklarını” hem teşhis, hem de tespit ederken, Hutbe-yi Şâmiye’sinin şu beşinci mertebesinde, “Çeşit çeşit ‘Sârî Hastalıklar’ gibi intişar eden şu ‘İstibdat’lar”dan bahseder…

Ve Münâzarât’ında ise, şöyle bir suâlle karşılaşır: “Şu pis İstibdat, ne vakitten beri başlamış, geliyor?..”

Cevap olarak da: “İnsanlar, ‘hayvanlıktan’ çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da beraber getirmiştir…” der.

Sonra, kendisine tekrar şöyle bir sual daha tevcih olunur: “Demek; şu ‘İstibdat’, hayvaniyetten gelmedir!?..”

Cevap olarak da: “Evet... Müstebit bir kurt, bîçare bir koyunu parça parça etmek, dâima kavî, zayıfı ezmek, hayvanların birinci düstûr ve kavânîn-i esasiyesindendir…” der.

Son bir meraklı sual, şu “Sonra?..” şeklinde gelince, o da “Şeriat-ı Garrâ, zemine nüzûl etti; ta ki, zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ‘ak’ etsin, şu insaniyetin ‘siyah lekesini’ izâle etsin…” der.

Devamında ise, şu “İstibdât nedir?” sorusuna verdiği ve her birisinin şu açılımı tam bir kitap olabilecek genişlikte, şu vüsatteki, şu veciz “müthiş” cevabında ise;

“İstibdat,

Tahakkümdür,

Muâmele-i keyfiyedir,

Kuvvete istinad ile cebirdir,

Rey-i vâhiddir,

Sû-i istimâlâta gayet müsâit bir zemindir,

Zulmün temelidir, insâniyetin mâhîsidir.

Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren

Ve Âlem-i İslâmiyet’i zillet ve sefâlete düşürttüren

Ve ağrâz ve husûmeti uyandıran

Ve ‘İslâmiyet’i zehirlendiren,

Hatta her şeye sirâyet ile zehrini atan,

O derece ihtilâfâtı beyne’l-İslâm îkâ’ edip,

Mu’tezile, Cebriye, Mürcie gibi

Dalâlet fırkalarını tevlîd eden,

İstibdattır…” der ve mevzuyu şununla “itmâm” eder:

“Evet; Taklid’in pederi ve İstibdad-ı Siyasî’nin veledi olan ‘İstibdad-ı İlmî’dir ki, Cebriye, Râfıziye, Mu’tezile gibi ‘İslâmiyet’i müşevveş eden’ fırkaları ‘tevlîd’ etmiştir...”

Ve, tıpkı bir yanardağ gibi, şu infilake takarrüp etmiş müthiş bir volkan gibi şu karşı bir feveran, hem belki bir tehdit, hem de bir “meydan okuma” anlamında “Meşru, ‘Hakikî Meşrûtiyet’in müsemmâsına ahd ü peymân ettiğimden, ‘İstibdat’; ne şekilde olursa olsun; ‘Meşrûtiyet’ libâsı giysin ve ‘ismini’ taksın, rastgelsem, ‘sille’ vuracağım!..” der.

Ve nihayetinde şu “memlû-u teessüf”, hem de “taabbür” ile “Cehâletimizin silâhıyla, asıl bizi mahveden, içimizdeki, garip nâmlar ile hüküm süren, parça parça istibdatlar idi ki, hayatımızı “tesmîm” etmiş (zehirlemiş) idi…” der. (Ağanın şu ahalisine, hocanın talebesine, şeyhin müridine, amirin memuruna, güçlünün şu zayıfa, kocanın karısına ya da tersi de olabilir, büyüğün küçüğüne, ağabeyin şu kardeşine olan şu istibdatları gibi)

Devamında ise şu “en önemli” noktaya nazar-ı dikkatimizi cezbeder ve: “Fakat; yine, kabahat, o küçük istibdatların pederi olan ‘istibdad-ı hükûmete’ aittir…” der.

Ve Muhâkemât’ındaki şu “tasnifat”ında ise “Millet-i İslâm, (Hicrî) üç yüz (300) seneye kadar ‘mümtâz’ ve ‘serfirâz’ ve beş yüz (500) seneye kadar filcümle (kısmen) ‘mazhar-ı kemâl’dir. Beşinci Asırdan, On İkinci Asra kadar, ben ‘Mâzi’ ile tabir ederim; ondan sonra ‘Müstakbel’ derim…” der.

Demek ki, Üstâdımızın şu tasnifine göre, tıpkı şu çok yakın bir tarihte şu derinden yaşadığımız şu COVİD misali, şu “sârî”, hem de “bulaşıcı” karakterde olan şu “istibdat” yüzünden İslâm Âlemi, tam 800 yıl, yani şu tam “8 asır” aslında şu “Mâzî”de kalmış…

Yani; hep yerinde saymış, hep şu geriye kaymış, hep eskiye öykünmüş, hep şu gözleri şu “Mâzi”ye müteveccih; yeni bir hamle, “orijinal” bir bakış açısı geliştirememiş, asrın getirdiği şartlara uygun bir güncelleme, yeni bir “up date” başaramamış, yakalayamamış, yani şu “şerâite nâzır” yeni bir “Tecdîdî” duruş, ne yazık ki, sergileyememiş…

Tam da Üstâdımızın, şu asrın başında şu “şiddet-i teessüfle” söylediği “Asr-ı Sâlis-i Aşrın (yani On Üçüncü Hicrî Asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî, dinde lâkayd ve fikren, ‘Mâzi’nin en derin derelerinde olanları ‘Câmi’ye davet ediyorum…” tarifinde olduğu gibi…

Okunma Sayısı: 1368
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Orhan Ali YILMAZ

    8.9.2024 10:32:40

    "...Zamanın memesinden, bizimle süt emen ve gözleri arkada, Mazi'ye bakan ve 'tasavvuratları' kendileri gibi 'hakikatsiz' ve 'ayrılmış' olan bu çocuklar, varsınlar, şu Kitab'ın hakaikini 'hayal' tevehhüm etsinler... Zira; ben biliyorum ki, şu Kitabı'n mesâili "hakikat olarak" sizde "tahakkuk" edecektir...

  • Semanur Tunoğlu

    26.8.2024 17:18:27

    Bediüzzaman islamın 8 asrı ile batının 8 asrını bir tutmuyor tabi. Bunun farkına varamayınca şu doğru ile şu yanlış harman ediliyor. Tabi şu garip hale düçar olmamak için şu müdakkiklik olmazsa olmaz. Şu serde müdakkiklik yoksa da yapacak bir şey yok tabi.

  • Orhan Ali YILMAZ

    31.7.2024 11:42:17

    Üstâdımız "Eski hâl muhal; ya yeni hâl ya da izmihlâl..." diyor şu Münâzarât'ında. Hem de, yine Muhâkemât'nda, şu "ıstılâhî" anlamda şu "Mâzî" olarak tabir ettiği şu 8 Asır hakkındaki şu kanaat ve tespitini "Kuvvet, 'Hak'kı mağlup eylemiş idi...Kimin, şu kalbi kâsi ve kılıcı keskin ise, o yükselirdi..." demektedir, "tedkik" edebilirsiniz... Şu bilginize...

  • Pelin Kurukahveci

    29.7.2024 22:12:31

    8 asır hiçbir şey yapılmamış, sürekli geriye gidilmiş demek doğru değil. Üstadımız bu eleştiriyi hangi makanda söylüyor ona bakmak lazım. Yoksa böyle bir ifade mutlak değildir. Nitekim bizler son 8 asrın üstünden geçip gelen ilim ile islam ile müşerrefiz.

  • Abdullah Tunç

    29.7.2024 15:39:09

    İstibdadın girmediği yer mi kaldı? Aileden tut en büyük müesseselere kadar her tarafa sirayet etti.Cemaatlar, tarikatlar da buna dahildir.İşin en garip tarafı çoğu zaman içimizde, yanıbaşımızda, haremi ismetimizde oldu ğu halde bu müstebidleri görmüyor,bilmiyor ve bil meden onlara tabi oluyo ruz!!..Hatta toz kondurmu yor ve meddahlıklarını ya pıyoruz.Can danarınızı koparan bu vahşilerin,bu vampirlerin avukatlığını yapıyoruz.İçimizde, etrafı mızda bunlar var.Kim bi raz dikkat etse görür. Allah bunları kahr-u peri şan etsin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı