Amerikalılar “wildfires” diyorlar. Söndürülmesi güç ateş, kontrol edilemeyen yangın… Belki de “hellfire” demeliydiler; Cehennem ateşi ya da ya da Allah’ın gazabı.
Tek başına Almanya dahil, Avrupa’daki bir çok ülkeden daha zengin olmakla övünen California’nın zenginler ve ünlüler şehri Los Angeles tarihinin en korkunç, en büyük yangınlarından biriyle imtihanda. Şu ana kadar yaklaşık 150 milyar dolarlık maddî zarara yol açan ve bir türlü durdurulamayan yangınla ilgili o kadar çok komplo teorisi konuşulmakta ki… Hepsi bir tarafa, ben de tüm saflığımla, Colombia Üniversitesi’nde çalışan bir akademisyen adayına, Amerikan halkının ya da entelektüel camiasının bu yangını Gazze’de bir insanlık dramına yol açan İsrail saldırılarıyla ilişkilendirip ilişkilendirmediklerini, bu yangını “İlâhî bir ikaz” olarak görüp görmediklerini soruyorum.
Yüz binlerce yerlinin katledilmesiyle, onların kanı üzerinde kurulan bir medeniyetten bahsettiğimizi, Amerika’da her yıl kasırga, sel ve yangın felâketleriyle birlikte onlarca olay olduğunu ve hiçbirinde “İlâhî ikaz” anlamında bir yoruma rastlayamayacağımızı cevabını alıyorum, biraz da alaycı bir yaklaşımla. Her şeyi maddede arayan, materyalizmi bir din haline getiren bir toplumdan, sahip olduğu güçle küresel şeytaniyetin öncülüğünü yapan bir yapıdan manevî arınmayı sağlayacak bir yüzleşmeyi beklemek hakikaten safdillik olurdu, benimki de biraz öyle oldu.
Amerikalılar tüm zararlarının sigorta şirketlerince karşılanacağını, maddî kayıplarının fazlasıyla tazmin edileceğini, Los Angeles’in daha şaşaalı bir şekilde yeniden hızlıca inşa edileceğini düşünerek eğlencelerine devam edebilirler. Esfel-i safilîn çukurlarında dolaşanlar, Gazze’de bombalanan evlerin karşısında yaktıkları sigaralarıyla, iğrenç bir şekilde gülerek poz veren İsrail askerlerini alkışlamayı, insanlığın vicdanını sızlatan katliamlara destek vermeyi de sürdürebilirler. Onlar anlamak istemese de, hakikatte, dünyayı yakanlar ateşle tanıştı, Gazze’yi ateşe verenler Cehennemî ateşi hissetti.
İspanyolca “Melekler Şehri” demek olan Los Angeles, Amerikalıların gurur duydukları, güçlerinin bir simgesi olarak reklamını yaptıkları Hollywood sebebiyle “şeytanlar şehri” olarak da mazlum dünyanın zaten hedefindeydi. Zira Hollywood, Amerika’nın küresel çaptaki şeytanî planlarının dünya toplumlarına yutturulması, açığa çıkmasını istemedikleri yalanların doğru olarak kabul ettirilmesi, dünya çapında istedikleri doğrultuda bir kamuoyu oluşturulması işlevini üstlenen önemli bir merkezdi. Bununla birlikte heva ve hevesi teşci etmeyi medeniyetlerinin temel prensibi olarak gören bir anlayışın da tüm dünyada yaygınlaştırılmasında, her türlü ahlâksızlığın ve fuhşiyatın normalleştirilerek “özgürlük” adı altında bir hayat tarzı olarak benimsetilmesinde, son yıllarda aile kavramını yerle bir etme yolunda mesafeler kateden cinsiyetsiz toplum projesinin işletilmesinde bu merkezin rolü oldukça büyüktü. Yine de tüm saflığımla merak ediyorum: Dünya sinemasının bir sembolü haline gelen “Hollywood” yazısının cafcaflı tabelası alevler içinde harf harf çökerken zaman zaman küresel çaptaki planların da bir parçası olan Hollywood’un yıldızları, malikanelerinin yanışını çaresizce izleyen milyarderler, bir şekilde Cehennem ateşini hisseden Los Angeles sakinleri, “Acaba bir yerde yanlış mı yaptık?” diye düşünürler mi?
Başa gelen her hadisede kader-i İlâhînin bir işareti ve musibetlerin de İlâhî bir ikaz olduğunu bilenler için bazı soruların cevabı nettir. Masumların ahı arşa erişmeye görsün, yeryüzünün nasıl hiddetlendiğini biz iyi biliriz de, İsrail için dünyayı yakacağı tehdidini savuranlar bunu bir anlayabilse.