Atanmış, şu Eski İstihbarat Şefimiz, Yeni Hâriciye Vekilimiz, şu Nâzırımızı dinliyorum…
Anadolu Ajansı’na (AA) konuk olmuş, GÜNDEM’le, Türkiye’nin Gündem’i ile “önemli” açıklamalar yapıyor…
En önemlisi mi; kısaca diyor ki: “Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) ‘tam üye’ olarak kabul edilseydi BRICS arayışında olmazdı…”
BRICS, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden müteşekkil hükümetler arası bir birlik ve Batı tarafından, ülkemizin de bir üyesi olduğu Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) karşı kurulmuş “rakip” bir topluluk, karşı bir organizasyon olarak görülmekte ve bu durum, üye ülkeler tarafından şu yüksek düzeyde şu “sıklıkla” vurgulanmakta…
Daha sonra, bunun “ne anlama geldiğini” şu şekilde “tavzih” ediyor: “Avrupa Birliği ile bizim ‘ekonomik’ entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı, şimdi Gümrük Birliği düzeyinde ama onun da üstüne üyelik ile taçlansaydı, belki biz birçok konuda bu türden bir arayış içerisinde olmayacaktık…”
Anlaşılan o ki, ülkemizin önünü tıkadığı, şu “hızlı karar alma” süreçlerimizi ciddî şekilde “yavaşlattığı iddiasıyla” lağv ile, şu “radikal” bir karar ile terk ettiğimiz Parlamenter Sistem’in hemen sonrasında, şu yeni ihdas ettiğimiz Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi olarak, şu “bilinçaltımızda” şu Avrupa Birliğine, sadece “Ekonomik” bir “Organizasyon” ve de “Birliktelik” olarak bakmaktaymışız, “atanmış” vekilimizin ifadelerindeki şu “satır aralarından” anladığımız…
Tam bir “Pragmatizm” örneği olarak…
İnsan Hakları ve de Hürriyetleri, Demokrasi Bilinci, hem de Seviyesi, Basın Yayın Özgürlüğü, Muhalefet Hakkı; aslında bizi çok da ilgilendirmiyormuş…
Ve vekilimiz devam etmiş “Türkiye’nin kadim devlet kültüründe, yeni ittifakları kurma, ittifaka dâhil olma ve sorumluluklarını yerine getirme ile ilgili çok güçlü bir geleneği var...”
Eğer bu “iddia” doğru ise ve “övünülecek” bir durum, hem de bir “haslet” ise, bizim bu “geleneğe” ne kadar bağlı olduğumuz konusuna “azıcık” şu “yakından” bir göz atmamız, küçücük de olsa bir “atf-ı nazar” etmemiz gerekiyor zannediyorum…
Meselâ, AB bünyesinde kurulmuş, şu “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ni yegâne referans kabul eden bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM) var…
Bizim de üyesi olduğumuz…
Kendi şu Yerli ve de Millî Kanunlarımızın, şu Anayasamızın da üzerinde olduğunu hem “taahhüt”, hem de şu “deklare” ettiğimiz…
Peki, şu vekilimizin iddia ettiği şu “sorumluluklarımızı yerine getirme” geleneğimize acaba ne kadar bağlı ve de sâdık kalmışız…
İstatistiklere göre, AİHM’ye en çok dava başvurusunda bulunan ülke Türkiye’ymiş…
2023 verilerine göre ülkemiz, 68 bin 450 dava ile en yüksek başvuru sayısına sahip olmuş...
Başta “İnsan Hakları İhlâlleri” ile ilgili olarak, verilmiş olan kesin beraat kararlarını uygulamadığı için, Rusya ile birlikte ülkemiz AİHM nezdinde, hâlen en fazla “Tazminat” ödeyen, ödemek zorunda olan ülke konumunda…
Çok uzağa gitmeye gerek yok sanırım…
Osman Kavala, hem de Selahattin Demirtaş, AİHM tarafından, hukukî deliller itibariyle tamamen “suçsuz” bulunduğu hâlde hâlen hapiste tutulmaya devam ediyorlar…
Duyamadım; “Gelenek” mi, yoksa şu “Sorumluluk” gereği mi dediniz…