Hz. Peygamber’e, bir gün, bir sahabe tarafından, önemli bir konuyla alakalı olarak “Ya Resûlellah! Yoksa sizde mi unuttunuz!?” diye bir sual tevcih olununca, gayet hikmetâmiz, hem de gayet veciz bir tekellümle Peygamberimiz, cevaben “Ked unsîtu…” buyurmuşlardır. Yani, “Muhakkak, bana ‘unutturulmuş’tur...” karşılığını vermiştir.
Çünkü hikmetâmiz bir âyette ve şu devamında, şu “İsmet” sıfatı ile birlikte, kendisine hitaben “Sana okutturacağız ve Allah’ın dilediği dışında, sen unutmayacaksın…” denilmekte.
Yani; bütün şu ahvâli, bütün şu tasarrufatı, şu İlahî taahhüt, hem de “İSTİHDAM” altına alındığı kendisine ikaz edilmektedir.
Üstâd Hazretleri ise, şu “İSTİHDAM” konusunda Mektûbat’ında, kendisiyle alakalı olarak “İşte, ihtiyar ve şuurumun dairesi hâricinde, mezkûr hâletler ve sergüzeşt-i hayatım ve ulûmların envalarındaki -hilaf-ı âdet- ihtiyarsız tetebbuatım; böyle bir netice-i kudsiyeye müncer olmak için, kuvvetli bir inayet-i İlahiye ve bir ikram-ı Rabbanî olduğuna bende şüphe bırakmamıştır…” demektedir.
Hem de, hemen öncesinde “Böyle gurbette, medar-ı teselli ve ünsiyet olan mütalaayı bana terk ettiren, anladım ki, doğrudan doğruya âyât-ı Kur’aniye’nin ‘Üstâd-ı Mutlak’ olmaları içindir…” der.
Devamında ise “Hem yazılan eserler, risaleler, -ekseriyet-i mutlakası- hâriçten hiçbir sebep gelmeyerek, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen, âni ve def’î olarak ihsan edilmiş…
Sonra, bazı dostlarıma gösterdiğim vakit, demişler: ‘Şu zamanın yaralarına devadır.’
İntişar ettikten sonra, ekser kardeşlerimden anladım ki, tam şu zamandaki ihtiyaca muvafık ve derde lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor…”
Üstadımız, ayrıca, Kastamonu Lâhikası’nda, Hz. Peygamberin, bu hikmetâmiz cevabına hem iktida, hem de bu âyete müfesser, hem de konuya menâr olacak şu tavzih sadedinde “Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bazı defa haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, bazı ince hakâik-i imaniye ve kuvvetli hüccetleri müteaddid risalelerde ‘tekrar’ edilmiş…
Ben, çok hayret ederdim; neden bunlar bana ‘unutturulmuş’, tekrar yazdırılmış!?..
Sonra, kat’î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nur’a muhtaçtır. Fakat umûmunu elde edemez. Elde etse de, tamam okuyamaz… Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes’eleleri onda okuyabilir ve gıda gibi, her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalaasını tekrar eder…”
Sonrasında ise, bu konudaki “mücerrep” kanaatini “Şimdi bence katiyyet peyda etmiştir ki; ekser hayatım ihtiyar ve iktidarımın, şuur ve tedbirimin hâricinde, öyle bir tarzda geçmiş ve öyle garip bir sûrette ona cereyan verilmiş; tâ Kur’ân-ı Hakîm’e hizmet edecek olan bu nevi risaleleri netice versin…
Âdeta, bütün hayat-ı ilmiyem, ‘mukaddemât-ı ihzâriye’ hükmüne geçmiş...
Ve Sözler ile İ’caz-ı Kur’ân’ın izhârı, onun neticesi olacak bir sûrette olmuştur…” şeklinde beyan eder.
Laakal şu 15 günde, en az “bir defa” okunmasını bizlere şu “ısrarla” tavsiye ettiği 21. Lemâ-i İhlâs’ında ise, bu konuda şu önemli noktaya temas eder ve bizleri şu gelecek minvalde “şiddetle” ikaz eder: “Madem, bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyîkat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde, bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz hâlde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş; elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ‘İhlâs’ı kazanmaya mecbur ve mükellefiz ve ‘İhlâs’ın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız…
Yoksa; hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz…”
Bu “zayiat”tan, hem de şu şiddetli “mesuliyet”ten, “şiddetle” korkmak, hem de “kaçınmak” gerektir vesselâm…