Abdullah Bey: “1-Bediüzzaman’ın, ‘İstanbul siyaseti İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır.’ Sözünü açıklar mısınız? 2-Bediüzzaman’ın Abdülhamid’le ilgili düşünceleri nelerdir?”
Siyaset Ne Zaman Hizmet Olur?
Bediüzzaman, Risale-i Nur hizmeti gereği siyasete bilfiil karışmamıştır. Fakat siyaset kurumunun cepheleşmelerden, çekişmelerden, ideolojilerden ve menfaat takipçiliğinden uzak; millet ve memleket hizmetinde sâde bir hizmet kurumu olmasına yönelik, güçlü ve ahlâkî normlar tespit ve beyan etmiştir.
“Neden siyasete karışmıyorsun?” sorusuna Said Nursî, siyasetten ve şeytandan Allah’a sığındığını, çünkü İstanbul siyasetinin İspanyol hastalığı gibi bir hastalık olduğunu, fikri hezeyanlaştırmaktan başka bir işe yaramadığını beyan eder.
Siyasetin ancak vatan ve millet için yapılması halinde hizmet olacağını; aksi takdirde hizipleşmelere ve kısır çekişmelere zemin hazırlayan bir siyaset anlayışının hizmete değil, milletin işe yarayan potansiyelini bölmeye ve gücünü zaafiyete uğratmaya yarayacağını; bundan dolayı millet ve memleket meselesinde siyasî grupların hareket ve çıkış noktalarının siyasetçilik veya tarafgirlik olması hâlinde bunun milletin birliği için ciddî tehlike doğuracağını kaydeder.
Din Namına Siyaset Olmaz
Said Nursî Hazretleri, dinin siyasî inhisâr altına alınmasının vahim sonuçlar vereceğine dikkat çekerek; din namına siyaset yapma hevesleriyle, umûmun mukaddes malı olan dinin, siyasî ihtiras malzemesi yapılmasının dine ve Kur’ân’a hürmetsizlik olduğunu; bunun, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandıracağını belirtir. Din namına meydana çıktığını söyleyen birisinin siyaset yapması hâlinde, siyasî kaygılarına dinin barış, kardeşlik, birlik ve berâberlik, şefkat, ihlâs, insaf ve iz’ân düsturlarını fedâ edeceğini; fâsık siyasetdaşını dindar muhalifine tercih etmek sûretiyle de uhuvvete zarar vereceğini beyan eder.
Meselâ; kavga eden iki adamdan zayıf düşeceğini hisseden, eğer gerçekten Kur’ân sevgisi varsa, elindeki Kur’ân’ı kuvvetliye vermeli; kendisiyle birlikte Kur’ân’ın da yere düşmesine razı olmamalıdır. Eğer Kur’ân’ı kuvvetliye karşı siper olarak kullansa, Kur’ân’ın yere düşmesini engelleyeceği yerde, kendisiyle birlikte yere ve çamura düşmesine yol açmış olacaktır. Bu ise Kur’ân’ı Kur’ân olduğu için değil; kendi nefsi için sevdiğinin belirtisidir.
Dine yönlendirmek, dini sevdirmek ve umûmu kucaklamakla olur. Yoksa kendi siyasetine taraf olmayanlara “dinsizsiniz!” dese, dine tecâvüze davetiye çıkarmış olur. Oysa din dâhilde menfî tarzda kullanılmaz.1
Haydar Demek
Merhum Abdülhamid Han, Osmanlının çalkantılı döneminde otuz yılı aşkın devleti milletiyle bir bütün olarak ayakta tutmayı başarmış şefkatli bir padişahtır. Onun yönetimini bazıları ifrat derecede savunurlar, bazıları ise ona tefrit derecede husûmet duyarlar.
Bediüzzaman her iki tavrı da benimsemiyor. Kendi ifâdesiyle, “Hükümete hücum edenler, bazıları “Haydo! Haydo!” derlerdi. Bazıları “Haydar Ağa! Haydar Ağa!” derlerdi. Ben “Haydar!” derdim. Şimdi de “Haydar” diyorum.”2 Yani Bediüzzaman ne Merhum Abdülhamid yönetimini büsbütün dışlamış, ne de Merhum Abdülhamid’in her yaptığında bir hikmet arayanlara haklılık vermiştir. O Merhum Abdülhamid’e velî nazarıyla bakmış ve şeâir-i İslâmiye hususundaki duyarlılığını takdir etmiş3; istibdad gibi bazı yönetim hatâlarını ise tasvip etmemiş, ancak hatâları ona vermemiş, dizginleri ona bırakmayan zamanın olaylarını tenkit etmiştir.4
Bediüzzaman, ehl-i ifratın bir kısmının Araplardan sonra Türkleri tadlil ettiklerini, buna delil olarak da Birinci Meşrûtiyet çerçevesinde yapılan Kânunları ve hürriyetin ilânını gösterdiklerini; bir kısım ehl-i tefritin de dini bilmeyerek Müslümanlara insafsızca itiraz ettiklerini, buna da taassubu delil gösterdiklerini beyan eder.
Oysa Said Nursî’ye göre her iki sınıf da görüş ve davranışlarında isabetsizdir. Birinci gurup haksızdır; ikinci gurup da insafsızdır. Çünkü dini tanımadan hücum etmek ve dinin de dışladığı taassuptan dolayı dine çamur atmaya kalkışmak insafsızlıktan başka bir şey değildir.5
Dipnotlar:
1- Sünuhat, 49, 50, 51 2- Münazarat, s. 78
3- Age., s. 93, 94 4- Age., s. 77
5- Münazarat, s. 78