Rivayet odur ki, “Üç Türk” ölmüşler… Şu talihsizlikleri, bir de şu “zaaf-i iman” ile şu farz ibadetlerdeki “ziyade” noksâniyetleri, hem de şu çokça, şu “mebzûl” miktarda işlemiş oldukları” ve bir türlü vazgeçmeyip, hiç tövbe etmedikleri “günah-ı kebâirleri” sebebiyle “kesin” şu cehennemlikler…
Zebânîler, yani “Cehennem Bekçileri” olan melekler sorarlar şu kendilerine: “Türk Cehennemi’ni mi istersiniz, yoksa Avrupa Cehennemi’ni mi?..”
Ölenlerden biri Kayserili, (Uyanık) hemen sorar: “Ne fark var ki aralarında!?..”
Zebânîler: “Türk Cehennemi’nde her gün bir kova kaynar su içersiniz, Avrupa Cehennemi’nde ise yalnızca bir kepçe içersiniz…” derler.
Kayserili, alelacele, hemen ileri atılır: “Ben, ben, Avrupa Cehennemi’ne gidiyorum!..” der.
Diğer ikisi ise “Biz Türk doğduk, Türk öldük, Cehennem’in de yalnız şu “Türk”üne gideriz!.. derler. Neyse, gel zaman git zaman.. bizim Kayserili’ye, artık “gına” gelir, şu her gün her gün bir kepçe kaynar su içmekten… Hem de merak eder, hem de içinden geçirir; ben bir kepçeye tahammül edemezken, acaba şu arkadaşlar ne yapıyorlar, gidip onları bir ziyaret edeyim der ve kalkıp ziyaretlerine gider… Bir de bakar ki; her ikisi de “upuzun” uzanmış, sere serpe şu yerde öylece yatmaktalar… Şaşıp kalır ve kendini toparlayıp, hemen sorar: “Arkadaşlar! Ben, “bir kepçeye” tahammül edemezken, siz ise her gün “bir kova” içtiğiniz hâlde, nasıl böyle “rahat”, hem de “şen şakrak” olabiliyorsunuz!?..” Birisi, gülerek, biraz da şu “istihza yollu” cevap verir: “Oğlum oğlum, burası Türk Cehennemi; bir gün, ‘kova’ varsa, o gün ‘kaynar su’ yok, öbür gün, ‘kaynar su’ varsa, o gün ‘kova’ yok, ‘üç aydır’ hiçbir şey içtiğimiz yok…”
Vergilerin Düzenlemesi ile ilgili Yeni Yasamız, muhalefetin şu kadar şiddetli itirazına rağmen, yine yeterince tartışılmadan, görüldüğü üzere, şu gayet kavgalı, hem de dağdağalı bir hengâmda, şu TBBM’den geçti ve kabul edildi…
Neredeyse, öyle ki, şu “nefes almak” bile, şu “vergiye” bağlanmış gibi bir tablo, öylece “pesimist” bir hava, bazılarınca biraz “trajikomik”, ama daha çok da şu “trajedik” bir manzaramız var, şu yasa değişikliği maddelerine şu yukarıdan, şu geniş ufuklu “panoramik” bir bakış yapıldığında…
Özetle; vergi artış katsayılarındaki pek çok sınır kaldırılmış ve ilgili cezalar ise “bir kaç misli” arttırılmış durumda…
Düşündüm de; şu “Büyük Mükellefler”in, şu “büyük vergi aflarına dönük” yeni bir “düzenleme” ya da bir “sınırlama” yapılacak mı, daha doğrusu, yapıldı mı meselâ bu yasada!?..
Meselâ, kemiyeten, hem de “keyfiyeten” en çok vergi affına uğrama rekorunu elân şu elinde bulunduran Cengiz İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz’in şu vergi affına yönelik bir “sınırlama” ya da düzenleme.. onun yanına hemen şu diğerlerini; şu Limak, Kalyon, Kolin, bir de şu Makyol’u ekleyin…
Ya da, şu daha da önemlisi, Demirören Holding’in sahibi şu Yıldırım Demirören’in Ziraat Bankası’ndan yıllar önce almış olduğu “yüklü miktardaki” kredinin, bugünkü döviz kuruyla karşılığı, şu değeri “17 milyar lira” gibi şu “çok ciddî” bir meblağa ulaştığı ve o ise, bankaya olan şu borcunun, sadece ve
sadece şu yüzde 3,2’sini ödemiş olduğu “apaçık” tebeyyün ettiği hâlde, bizim şu hükümetimiz ya da devletimiz veyahut ilgili devlet bankamız tarafından, ona ya da şu şirketlerine yönelik neden herhangi bir “cezaî yaptırım” uygulanmadığı, şu “vatandaş” olan herkesi bağlayan, şu ortak “cezaî hükümler”in onun hakkında, acaba neden “işletilmediği ya da işletilemediği” konusunu konuşsaydık, konuşabilseydik meselâ…
Herhalde, “Temel” Problemimiz ya da şu “En Büyük” Sorunsalımız, Büyük Fransız İhtilâli sonrası yazarı, hem de şu Realizm’in öncüsü olan Honore de BALZAC’ın, sanki şu enfes tespit ve de gözleminde saklı gibi…
“Bizim kanunlarımız, ‘Örümcek Ağlarına’ benzerler; ‘Sinekleri’ tutar da ‘Eşek Arıları’nı ise tutamazlar…”
Kimin “Sinek”, kimin de “Eşek Arısı” olduğunu artık biliyorsunuzdur sanırım.. şu “yaklaşık” olarak şu sayılarını da…