Bir önceki yazımızda (Şapka Deyip Geçmeyin 24) “uygun kelime kullanma-mak”tan kaynaklanan anlatım kusurlarını işlemiştik. Kasr-ı kelâmdan kaynaklanan bu hatâ türünü, çeşitli ve çok misallerle anlatmıştık. Bu hatâ, telâfisi lügat bilgisine dayalı olduğu için, halli müşkül bir meseledir. Yazılışları birbirine pek benzediğinden mânâca bir biriyle karıştırılan kelimelerin yanlış kullanımıyla dilimize yerleşmesi de eklenince bu müşkülât, vehâmet hâli arz etmektedir.
Karıştırılan kelimeler o kadar çoktur ki, bizim önceki yazımızda numûne olarak aktardıklarımıza ilâveten A.Aydın kardeşimiz yorum köşesine “Dinayet mi, Diyanet mi? Madden mi, maddeten mi? Harfiyat mı, hafriyat mı? Dahî mi, dâhî mi? Hâdis mi, hadîs mi? Hâkim mi, hakîm mi?”diye yazarak katkıda bulunmuştu.
Bir de yazımı hatâlı kelimeler var tabi. A.Aydın kardeşimizin dikkatimize sunduğu MADDEN gibi.
MADDEN yazımı yanlıştır. “Mânen” deriz; fakat bu sözün zıddını ifâde etmek için “MADDEN” denmesi hatâdır. Lügatlerde böyle bir kelime mevcut değildir; doğru yazımı “maddeten”dir.
Yazım yanlışı yapılan birkaç kelime daha:Yanlız değil YALNIZ; yalnış değil YANLIŞ; harfiyat değil HAFRİYAT.
***
Ali HAKKOYMAZ Kardeşimin enfes bir tesbiti var:
“Kelimelerin adresini muhafaza edelim.”
“Uygun kelime kullanma-mak”tan kaynaklanan anlatım bozuklukları, kelimelerin mânâlarıyla buluşamaması, bir bakıma adreslerini kaybetmesidir. Hele siyâsette!
“Siyâsette elfaz (kelimeler) mânânın zıttıdır.” der Bediüzzaman. Yani kelimeler adreslerini hepten kaybetmiş gibidir. Said Nursî’nin tesbitiyle:
İstibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” nâmı verilmiş, irtidad-ı mutlak “rejim” altına alınmış, sefâhet-i mutlaka “medeniyet” ismi verilmiş, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismi takılmıştır.
Mânâsı karıştırılan kelimelerden bir demet:
Tabi bu liste uzadıkça uzar. Her birini cümlede kullanarak doğrusunu yanlışını göstermek yazıyı uzatacağından önceki yazımızda temas etmediğimiz kelimeler arasından bir seçme yapıp -cümlede kullanmadan- sadece mânâlarını yazıp kısa bir liste sunmakla iktifâ ediyorum:
adem: yokluk âdem: insan
alem: sembol, nişan
âlem: kâinat
araz: alâmet, belirti
âraz: alâmetler, belirtiler, semptom
batın: karın bâtın: iç yüz, derûn
emir: iş, husus emîr: başkan, reis
eşgal: işler, gaileler
eşkâl : şekiller (Hırsızın eşkâli)
irtica : gericilik
iltica : sığınma
kábil: olabilir, mümkün
kabîl: soy, sınıf; tür, gibi
mani: iptilâ, fikir saplantısı
mâni: engel
mahsur: kuşatılmış
mahzur: zarar, sakınca
metin: yazı parçası, belge
metîn: dayanıklı, güçlü
muhasebe: hesaplaşma
musahabe: söyleşi
mürteci: gerici
mülteci: sığınmacı
nakil: aktarma, taşıma
nâkil: nakleden
nazım: şiir
nâzım : düzenleyen, şiir yazan
rahim: döl yatağı rahîm: çok merhametli
sadır: göğüs, sine
sâdır: ortaya çıkan, zuhur eden
şura: şu yer şûrâ: danışma kurulu
tabiî : doğal
tâbi : bağlı, birinin ardından giden
taktir: damıtma
takdir: değer biçme
teâmül: alışılmış uygulama
temâyül: eğilim
tefriş etmek: döşemek
teşrif etmek: şereflendirmek
vakıf: durma, duruş
vâkıf: vakfeden; bilen
vasî: küçük çocuğun, yetimin malını yöneten
vâsi: geniş
yad: yabancı yâd: anma
-zede: ...-den zarar görmüş kişi (kazâzede:kaza geçirmiş kişi) -zâde: ...-nın oğlu (paşazâde:paşa oğlu)
Son olarak, hatâlı kullanımı, sârî bir illet gibi giderek yaygınlaşan bir bahtsız kelimeyi zikretmeden bu bahsi kapamak olmaz: ŞANS
Çay evinde oturuyoruz. Çaysamış olduğu anlaşılan bir zat, yan tarafımdaki hasır oturaklardan birine daha mâba’dini değdirmeden ocağa seslendi:
-Bir demli çay yapma ŞANSINIZ var mı?
Bu garibim kelime ne kadar da şansızmış yâhu! Düpedüz kumar olan fiillerin adına
“ŞANŞ oyunu” denmesi yetmemiş gibi, şu çayhânede düşürüldüğü duruma bakın. Türkçemizde aslî mânâsından bu kadar koparılan, bu ölçüde yanlış kullanılan başka bir kelime var mı acaba?”diye düşündüm.
“Bir demli çay yapma ŞANSINIZ var mı?”
“Lafa bak, hizaya gel!” diye bir deyimimiz var ya, bu durumu ifâdeye kifâyetsiz kalır. Hizaya gelmek yetmez; selâma da durmalı!
Sözlerimi dinleme ŞANSINIZ var mı?