M. ÂKİF, RİSALE-İ NUR’U FEVKALÂDE TAKDİR VE TAHSİN ETMİŞTİ
Merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şirani ve merhum Şevket Efendi ve merhum Mehmed Âkif gibi insaflı, Risale-i Nur’u fevkalâde takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için, biz İstanbul hocalarına dostuz, onlardan gücenmeyiz. İnşaallah, bir zaman Yirminci Lem’a-i İhlâs kendini onlara okutturacak, o eski dostları da yeni dostlar yapacak.
Kardeşlerim, herkes sizin gibi sebatkâr olamaz. Perde altında Nurcuların kuvve-i mâneviyelerini kırmak için bazı hocalar vasıta oluyorlar. Aldanmayınız ve sarsılmayınız ve onlarla münakaşa etmeyiniz.
Emirdağ Lâhikası, s. 144
***
Üstad Bediüzzaman, Kur’ân’dan başka hiçbir kitaba müracaat etmeden ve telifat zamanında yanında hiçbir kitap bulunmadan Nur risalelerini telif etmiştir. Merhum Mehmed Âkif’in, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı.” beytiyle ifade ettiği idealini tahakkuk ettirmek Bediüzzaman’a müyesser olmuştur.
Risale-i Nur’un neşir keyfiyeti de tarihte hiçbir eserde görülmemiştir. Şöyle ki: Kur’ân hattını muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf olan Risale-i Nur’un, muhakkak Kur’an yazısıyla neşredilmesi lazımdı. Eski yazı yasak edilmiş ve matbaaları kaldırılmıştı. Bediüzzaman’ın parası, serveti yoktu; fakirdi, dünya metaıyla alakası yoktu. Risâleleri el ile yazarak çoğaltanlar da, ancak zarûri ihtiyaçlarını temin ediyorlardı. Risale-i Nur’u yazanlar, karakollara götürülüyor, işkence ve eziyetler yapılıyor, hapislere atılıyordu. Bediüzzaman aleyhinde hükûmet eliyle yaptırılan propaganda ve tazyiklerle her tarafa dehşetler saçılıyor; ahali, Hazret-i Üstada yaklaşmaya, ondan din, îman dersi almaya cesareti kalmayacak derecede evhamlandırılıyordu. Vaktiyle de din adamlarının, hakîkatperestlerin, sırf dindar oldukları için darağaçlarında can vermeleri, bir korku ve yılgınlık havası meydana getirmişti. Hüküm sürmekte olan eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içinde, ehl-i diyanet sükût-u mutlaka mahkûm edilmişti. Ne dînin hakîkatlerinden bahseden hakîki bir risale neşrettiriliyor ve ne de o hakîkatler millete ders verdiriliyordu. Bu sûretle İslâmiyet, ruhsuz bir cesed haline getirilmeye çalışılıyor, dîn-i İslâmın mahiyeti ve esaslarını ders vermek, katiyen menedili- yordu.
İşte, başlangıçta pek azgın olan bu dinsizlik devri, Risale-i Nur’un umûmiyet kesb eden neşriyatıyla yıkılmış; ehl-i îmanın manevî ve maddî—bilhassa manevî—hayatına tatbik edilen istibdat zincirleri parçalanmıştır. Risale-i Nur, dinsizliğin belini kırmış ve temel taşlarını tar ü mar etmiştir. Evet, o zamanlar ki, dinsizliğin mukabil cephesinde Risale-i Nur şimşekler gibi parlamış ve Kur’ân-ı Hakîm’in bu nûru bütün satvet ve şevkiyle zuhur ederek perde altında neşrolunmuştur.
Tarihçe-i Hayat, s. 256
***
30 Nisan 1958 tarihli Students Voice gazetesi “İslâm Dünyasındaki Müsbet Uyanıklık” başlıklı makaleden: Her İslâm memleketinde, İslâmiyetin hâkimiyeti için yapılan övülmeye lâyık şerefli mücadeleler anlatılıyor ve Türkiye’de yapılan mücadelelerin neticesi olarak hükûmet, din hürriyetini sıkan bağları gevşetmiştir. Mehmed Âkif, materyalist milliyetçiliği takbih eden ve halk arasında taze bir heyecan verecek olan Safahat isimli eseri yazdı…
Tarihçe-i Hayat, Hariç Memleketler, s. 625