Tevazu, alçak gönüllü olma, kibirsizlik ve mahviyet hâli hayat aynasına yansıyan büyük bir ahlâk ve erdem seviyesi. Büyüklük, yalnız Allah’a, tevazu ise insan olma sırrına erenlere mahsustur.
“İnsanda büyüklüğün mikyası, küçüklüktür; yani, tevâzudur. Küçüklüğün mizânı büyüklüktür; yani, tekebbürdür.” (Mektubat/Hakikat Çekirdekleri)
Kur’an hakikatleri olan Risale-i Nur’un Yirmi Dokuzuncu Mektubu’nda anlatılan şu hakikat nefis terbiyesi ve tevazuda bir zirve halidir:
Hadisin rivayetlerinde vardır ki: “Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: ‘Ben neyim, sen nesin?’”
“Nefis demiş: ‘Ben benim, Sen sensin.’”
“Azap vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: ‘Ene ene, ente ente.’ Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.”
“Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: ‘Men ene? Ve mâ ente?’”
“Nefis demiş: ‘Ente Rabbiye’r-Rahîm ve ene abdüke’l-âciz.’ Yani, ‘Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.’”
Hz. Mevlâna, insanlık ve tevazu sırrına ermenin öğütlerini şu sözleriyle özetler:
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Hiddet ve asabiyete ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Bütün kâinat onun hürmetine yaratılan Efendimiz(asm) sade bir hayat ve tevazuda da en öndeydi, şöyle ki: Peygamberimiz(asm) bir gün sahabelere yemek vermekte ve onlara hizmet etmekteydi. Uzaklardan geldiği anlaşılan bir atlı, Peygamberimizin(asm) meclisine yaklaşıp: ‘Bu kavmin efendisi kimdir?’ diye sordu. Allah’ın Resulü ‘Benim,’ demedi. O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap verdi: ‘Bir kavmin efendisi ona hizmet edendir” dedi.
Aslında topraktan gelen ve sonunda toprağa dönen insanın tevazuda toprak gibi olması fıtraten de ona en yakışanıydı. Topraktaki tevazudan hareketle diğer bir bölümde konuyla ilgili güzellikleri paylaşıp, birlikte istifade duâ ve niyazıyla; ne mutlu o adama ki nefsin kibir ve fıravuniyetlerinden kurtulup, tevazu nurundan hissedar ola...
TEVAZU VE TOPRAK
Toprak, üzerinde gezen kişinin makam, rütbe ve zenginliğine bakmadan üstünden geçmesine aldırmaz; çöp yığınları içinden uzattığı bir kırmızı gülle cevap ve ders verir.
Tevazu timsali toprak, insanlığın bütün ihtiyaçlarına dayelik (annelik) yaparak, hep kendisinden bir şeyler verir. Bu yüksek tevazu haliyle herkesi bağrına basar.
Gönüllerimizi dalgalandırıp ferahlatan büyük ozan Aşık Veysel bu tevazu halini, “Kara Toprak” adlı şiirinde ne güzel ifade eder:
Karnın yardım kazmayınan belinen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen/ Yine beni karşıladı gülünen/ Benim sâdık yârim kara topraktır.
İslâm medeniyeti kültüründe, tarihe güzel bir ad bırakan bir çok maneviyat büyüğünün, nefsin fıravuniyet ve kibrini öldürmek için en evvel tevazu iksirinden içip, aynı anda, bulundukları medreselerin temizliğini yaparak kemale erdikleri ayrı bir vakıa.
İslâm tarihinde bu güzellikler yaşanırken geçmişte okuduğum, Avrupa’da yaşanan bir tevazu haberini de, kısaca sunmadan geçemiyeceğim:
“Papa 1. Francis, bugün Roma yakınlarında, suç işleyen gençlere yönelik bir tutukevinde mahkumların ayaklarını yıkayacak. Katolik dinine mensup 1,2 milyar kişinin ruhanî lideri olan Papa 1. Francis, Vatikan’a sadelik getiren kişi olarak tanımlanıyor. Ayak yıkama töreninde de Papa’nın gelenekten koptuğu ifade ediliyor. Bu eylem genellikle mevki sahibi insanlara uygulanırken 1. Francis’in, Roma yakınlarındaki bir tutukevine gitmeyi seçtiği bildiriliyor. Burada Papa, gelenek olarak, Hz. İsa’nın 12 havarisini temsilen 12 genç tutuklunun ayağını yıkayıp öpecek.”
Haber çok enteresan değil mi? Papa’nın, bir tevazu hali bir tevazu dersidir.
Ne mutlu o abd ve kula ki tevazu ve mahfiyatta hissesi ziyade ola...