Varlık âleminin “eşref-i mahlukat”ı olan insanoğlu, dünya hayatına başladığı anda bütün maddi ve manevi kirlerin sıfır noktasında, temiz bir halde hayata adımını atar.
Fıtraten, sıddıklar derecesine terakki etmekle, Ebu Cehiller derekesine tedenni etmek arasında hadsiz bir istidat ve kabiliyette yaratılan bu insanın bütün ömrü, bu büyük imtihanını kazanıp kaybetmek mücadelesi ile geçer.
Allah’ın rızasına uygun bir hayat tarzı anlamına gelen ihlasın en büyük engeli, günah kirleridir. Risale-i Nurlar, tüm insanlığa bu büyük davayı kazanma sırlarını gösterir. Bir cihette Yusuf Suresi’nin 53. ayetindeki mealen; “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir” hakikatlerinin muhteşem bir tefsiri “İlhas Risaleleri”dir.
Bu ayet aynı zamanda Hazreti Yusuf’un (as), insanın en büyük düşmanı olan nefis ve şeytanın aldatıcı hilelerine karşı hareket tarzının da Kur’anî bir ifadesidir.
Yüce Yaratan, tertemiz yaratarak dünyaya gönderdiği bütün kullarının, kendisine yine günah kirlerinden temizlenmiş bir halde gelmesini istediği için, şeytan ve nefs-i emmaresi ile cihadında, başta Afüvv ve Gafûr isimleri olmak üzere daha birçok ismini onun imdadına göndermiştir.
Bu içtinap ve istiğna sırları, Risale-i Nurların 20 ve 21. Lem’a’larında geniş şekilde yer alır.
Buna göre, kulun günah kirlerine bulaşarak bu ebedi imtihanı kaybetmesinde nefs-i emmare ve şeytanın en büyük desise ve taktiğinin ise münafıkane bir şekilde aldatıcı olması yönüdür.
21. Lem’a’nın başında Üstad Bediüzzaman’ın “Mühim bir umur-u hayriye” dediği büyük hakikat, dünya ve ahiret hayatının tâ kendisidir.
Bu yüksek hakikat: “Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm ‘İnnennefse lâ emmâretün bissüi illâ mâ rahime Rabbî’ (Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o başka. (Yusuf Sûresi: 12/53.) demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın.” ifadeleriyle mu’cizane hulasa edilir.
Bu büyük davayı kazanarak Rabbimizin huzuruna tertemiz ulaşmamızda Efendimiz’in (asm) bize olan manevi destek ve müjdelerini de daima hatırımızda tutmalıyız.
Ne güzel bir müjdedir ki bu, bizi yokluk karanlıklarından kurtarıp, Rabbimize yaklaştırıyor:
“Etteibi minezzenbi kemanlâ zenbe leh” (Günahından tam olarak dönüp tövbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, zühd 30)
Elbette ki buradaki tevbe ve arınma, günahlarımızın kalbimizde açtığı yaraların feryat ve pişmanlıklarıyla, bir nasuh ve arınma tevbesiyle, Rabbimize iltica edip, bir daha aynı hata ve günahları işlememe kararlılığımızla, boynu bükük acz ve fakrımızla, O’na istinat ve iltica ile, yalnız ondan medet isteyerek, her an ve her halimizde O’na el açıp: “Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Amin!” demeli ve Ona yalvarmalı.” (Sözler, Altıncı Söz) halimizdir.
Ne mutlu bunda hissesi ziyade olanlara...