Devletler ve insanlar müthiş bir kriz içerisinde çalkalanıyor.
Yıllar içerisinde alınabilecek kararlar krizin tabiatı sebebiyle saatler içerisinde alınıp yine saatler içerisinde uygulanmaya çalışılıyor. Olgunlaşmamış teknolojiler ve yazılımlar tehlikeli olabilecek şekilde kullanıma açılıyor. Bu süreç henüz bitmedi. Alınmış bütün bu kararlar ve bu süreçte alınacak kararlar, yakın bir zamanda bu topraklara da bambaşka bir dünya doğuracak. Bu sebeple seçenekleri değerlendirirken sadece bu musîbeti nasıl bertaraf ederiz sorusuna odaklanmayıp aynı zamanda sonrasında nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi de kendimize sormalıyız. Biiznillah bu musîbet de sona erecek ancak sonrasında olağan üstü hal esnasında alınan tedbirlerin sosyal hayatımıza bıraktıklarıyla yaşayacağımız bambaşka bir dünyaya uyanmış olacağız.
Salgını durdurabilmek için insanlığın izlenmesi gerektiği dünya gündemine hali hazırda oturdu. Bu gelişmeler yakın zamanda Türkiye gündeminde de yer almaya başladı. Aslında yeni bir şey yok. Çin zaten gelişmiş yöntemlerle, teknoloji ve yapay zekâ ile, halkını başarıyla izliyor. Meselâ bir Çinlinin sokak kameralarına yakalanmadan bir iş yapması mümkün değil. Çin hükümeti yıllardır sosyal kredi sistemini geliştirip vatandaşların güvenilirliğini ve sosyal davranışlarını takip edip, kontrol ediyor. Zannediyorum ki dünya üzerindeki bütün despot liderlerin en büyük hayali bu olsa gerek. Bundan 50 yıl önce, KGB bütün Sovyet vatandaşlarını sürekli olarak takip edemedi, etseydi dahi bu verileri etkili bir şekilde işlemesi de mümkün değildi. Kızıl Kâbus olarak bilinen Sovyetler Birliği’nin İstihbarat ve Gizli Servisi KGB, ajanlarına ve analistlerine güveniyordu. Elbette bütün vatandaşların başına bir ajan yerleştirmek mümkün değildi. Ancak şu anda devletler sayısız sensörlere ve güçlü algoritmalara dayanarak her bir vatandaşı takip edip bu verileri saniyeleri içerisinde işlemesi mümkün. KGB’nin 240 milyon Sovyet vatandaşı için güçlü altyapısına rağmen yapamadığını bugün Çin, 1.3 milyar vatandaşı için saniyeler içerisinde yapıyor.
Şu anda dünya gündeminde Batı ülkeleri de virüsle savaşmak için benzer tedbirleri göz önünde bulunduruyorlar. Mevcut durumda ne devletlerin altyapısı buna müsait ne de vatandaşların zihniyeti buna hazır. Ancak bunlar normal zamanlar değil… Kriz sebebiyle yıllar gereken değişimler zaten bir kaç saatte uygulandı. Çin herkesin karantinaya uyup uymadığını bütün binaları izlemek suretiyle kontrol ediyor. Dronlar insanlara maskelerini giymesi gerektiğini hatırlatıyor.
Telefonlardaki uygulama kişilerin sağlık durumunu puanlıyor ve bir barkod ile bu bilgileri paylaşıyor. George Orwell, 1984 romanında ancak bu kadar isabetli tutturabilirdi: Büyük biraderin gözü üstünde! Ülkemizin altyapısı buna müsait değil ancak medyaya girdiği itibarıyla geliştirilmesi mümkün bir uygulama ile devlet tarafından vatandaşın denetlenmesi mümkün. Güney Kore’nin şu anda yaptığı gibi kredi/debit kart kullanımıyla vatandaşların ziyaret ettiği yerler de harita üzerinde çizilebilir. İşin aslı problem burada teknolojinin yetersiz olması değil.
Buradaki problem: Bu gelişmeleri düşünmeden uygulayıp yarın yeni bir dünya düzenine mi uyanacağız, yoksa ciddî bir şekilde tartışıp bu cilâlanmış fikrin önüne mi geçeceğiz? Burada alınması gereken önemli bir karar var. Eğer bu teknolojinin devletin kullanmasına müsaade edersek muhtemelen salgına karşı ciddî bir zafer elde edebiliriz. Sadece bu salgına değil, gelecekte bizi krize sokacak facialara da güçlü bir tedbir alınmış olunabilir.
Öte yandan, buna karşı durmak salgının daha uzun sürmesine sebebiyet vermekle, alternatif bulunmadığı sürece de gelecekte daha ciddî faciaların önünün açılması anlamına geliyor.