Evet, Peygamber Efendimiz (asm) Sahabe ile istişare etmiştir.
Farklı fikirler konuşulmuş, ama hiçbir zaman ihtilâfa düşülmesine fırsat vermemişlerdir. Çünkü kişileri ihtilâfa düşüren fikirler değil, niyetlerdir. Bizler de ihtilâfa sebep olan her hâl ve davranıştan uzak kalmalı, destek vermemeliyiz. Aksi hâlde Peygamberimizin (asm) ve Risale-i Nur’un dâvâsına sahip çıkamamış hatta belki bilmeden yahut bilerek zarar vermiş veya ihanet etmiş olma ihtimali ile mahşerde karşı karşıya kalabiliriz. Mahşerde bu dâvânın sahiplerinin üzerimizde hak iddia etmemesi için uhuvvet ve tesanüdde ciddî, nifak tuzaklarına karşı müdakkik olmaya mecburuz. Farklı fikirleri düşman bilmeden hakikatin her köşesini ortaya koyup net bir bakış açısı elde etmeye çalışabilmeliyiz.
Bu hususta beraberce bir kıssaya şahitlik edelim:
Uhud Savaşı stratejisinin belirlenmesi hâli… Evet Mekkelilerin çevre kabileleri de toplayıp 3000 kişilik bir ordu ile Medine’ye yönelmek niyetiyle tam teçhizat yola çıktıklarının haberi gelmişti. Durum acildi ve istişare edilmeli idi. İstişareye Abdullah bin Ubey münafığı de çağırılmıştı. Aksi takdirde toplumda münafıklık yapacak bozgunculuk çıkaracaktı. Peygamber Efendimiz (asm) bir rüya görmüştü. Rüya savaş stratejisinin Medine şehrinde kalarak savunma yapılmasının uygun olduğu yönünde idi. İstişareye geçildi. Peygamberimiz (asm) gördüğü rüyayı anlattı ve yorumunda bulundu. Ashaba “Medine’de savunma yapmayı uygun bulursanız, müşrikleri oldukları yerde kendi hâllerine bırakmış olursunuz. Üzerinize gelmeyip beklerse güç durumlarla, zorluklarla karşılaşırlar. Üzerimize gelirlerse Medine’de çarpışırız. Siz de görüşünüzü açıklayınız” diye fikrini izah etti. Bir kısım Sahabe bu fikri destekledi. Bir kısım genç Sahabe ise Bedir’de olamadıkları, bu sebeple şereften yoksun kaldıklarını gerekçe göstererek müşrik ordusunun üzerine gidilmesini ve meydan savaşı yapılmasını istediler. Bu görüşe katılanlar arasında Hz. Hamza gibi ileri gelen bazı Sahabeler de vardı. İstişare devam ediyordu. Efendimizin (asm) düşüncesi doğrultusunda bir fikir üzerine Peygamberimiz (asm) “Kureyş müşriklerini Medine’de beklemek daha doğru bir düşüncedir” diyerek savunduğu savaş stratejisini açıkladı. Fakat o an için Ashab’ın çoğunun kararında bir değişiklik olmadı. Peygamberimiz (asm) baskı olmaması için bir daha izah etmedi. Düşüncesinde ısrar etmedi. Rüyasında bildirilmiş olmasına rağmen Ashab’dan farklı bir fikrin seslendirilmesine tepki göstermedi, içinde öfke duygusu uyanmadı. Rüyasında bildirilmesine rağmen farklı bir karar alınmasına kızmadı, öfkelenmedi, yanlışlık sebebiyle hüzünlenmedi, çırpınmadı. Çünkü gereken her şeyi üslubunca söylemişti, üzerine düşen tebliğ vazifesini yapmıştı. Neticeyi Allah yaratacaktı. Sahabe’nin çoğunluğu meydan muharebesi yönünde karar aldı. Bunun neticesinde Peygamberimiz (asm) alınan kararın yanlışlığı yönünde en ufak bir imada bulunmayı bırakın, içinden bunun yanlışlığına dair bir düşünce dahi geçirmedi. Peygamber Efendimiz (asm) bu karara uydu. Sonradan kararından vazgeçenleri de istişare kararına uydurdu.
Evet, bizler de gerek enfüsî dünyamızda, gerek içtimaî hayatımızda doğruluğundan emin olduğumuz düşünceler veya fikirleri doğruluğuna sıkı sıkıya bağlı kalmadan izah etmeli, ardından Allah’a tevekkül edip sonucu yaratmasını beklemeliyiz.
Kaldı ki bizler hiçbir zaman Peygamberimize (asm) rüyasında bildirildiği gibi doğruluğu kesin bir düşünceye veya fikre sahip olamayacağız. Bu sebeple sadece kendi fikrimizin doğru olduğunu düşünmek, inanmak doğru değildir. Bir istibdattır. Hakikatin sadece tek bir köşesinin izharıdır. Hakikatin her köşesinin izhar edilmesine engeldir.
Uhuvvet Risalesi’nde istişareyi açıklarken iken “hakikatin her köşesini izhar edip” denmektedir. İnsan; dünyaya, hadiselere bakan bir penceredir. Herkesin penceresi farklı köşeleri görür. İstişare edilirken her ferd kendi penceresinden bakarak hakikatin kendi penceresinde görünen köşesini anlatır. Böylece her ferdin anlattıkları neticesinde şahs-ı manevî hakikatin her köşesini hak namına hakikat hesabına gün yüzüne beraberce uhuvvetle çıkarmış olur. Burada dikkat edilmesi gereken bir konu var ki çok mühim; hiçbir ferd, diğer ferdin penceresinde gördüğü köşeyi tenkit etmemeli, yok saymamalı, küçük görmeden, yalanlamadan ve maksadı hakkında menfî hüküm kurmadan dikkatle rıza-ı İlâhî için muhakeme etmelidir. Aksi hâlde, kişilerin fikirlerini, düşündüklerini ve gördüklerini dile getirmesine engel olmak suretiyle “hakikatin her köşesinin izhar edilmesine” engel olma ihtimali vardır. Evet istişarelerimizde duygu durumumuzu dikkatle muhafaza etmeli “münafıklar”ın kullanabileceği bir “kukla”ya dönüşmeden hizmete devam edebilmeliyiz. Bediüzzaman Said Nursî bizleri bu tehlikeye karşı Uhuvvet Risalesi’nde çok sarih bir şekilde uyarmakta ve şöyle demektedir:
“Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: ‘Ahirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müthişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâm’ı esaret altına alır.’
“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı ‘Müminler ancak kardeştirler (Hucurat Sûresi: 10.)’ kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.”1
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 262.