Evet Hz. Peygamber’in (asm) inşa ettiği uhuvvet sarayının belki de temelini oluşturan en kuvvetli esası kardeşane ilişkidir. Üstad Bediüzzaman’ın hizmetimize dair koyduğu düstur şu şekilde idi: “Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise […] en civanmert kardeş olmak iktiza eder.”
Kardeşliğe her fırsatta vurgu yapan Üstadın, kaynağı ne olabilir? Neden hizmetimizde, Sahabe mesleğinde kardeşlik bağı var? Kardeşlik bağı Sahabeler arasında var mıydı, nasıldı? Evet, hem de öyle bir bağ vardı ki, sadece o zamanla ve onlarla sınırlı değildi. Bizlerin de aynı bağa bağlanmasına imkân tanınan kocaman, şefkatli ve kuvvetli bir bağdı bu. Rabbim bu bağın gerekli kıldığı hâl üzerinde olmayı, ona zarar vermekten Allah’a sığınmayı ve o bağa layık olmayı nasip etsin. Âmin.
KARDEŞÂNE İLİŞKİ
Kardeşâne ilişki sadece ümmet arasında değil, Allah’ın elçileri arasında da inşa edilmiş nurlu ve kuvvetli bir bağ. Hz. Peygamber (asm) Miraca çıkarken 7 kat semada diğer peygamberlerce karşılanıyor. Ve hep beraber Peygamberimizin (asm) imamlığında namaz kılıyorlar. Peygamberimiz (asm) bu kutlu hadiseyi anlatırken “Onlar benim kardeşimdi” diyor. “Pederimdi, hocamdı” demiyor. “Kardeşimdi” diyor. İmanın özündeki kardeşliği bizlere anlatıyor. Peki nasıl olur da iman hizmetinin öncülerinin arasında dahi kardeşane bağ varken, bizlerin arasında pederâne bir ilişki talep olunabilir? Veyahut adavet, kin, gurur için bu nurlu bağdan kopulur?
Allah ve Resulü bu kardeşlik bağını Sahabeler arasında da yaşatmış. Haydi gelin o asra gidelim. Kabul buyururlarsa onlardan ders alalım. Heyetlerinde hayal edelim kendimizi, Peygamberimizden (asm) ders alıyormuşçasına, onların kardeşliklerine şahitlik edip latifelerimizi hareketlendirelim.
Medine’ye hicretten sonra Medine’de sosyal ve ekonomik anlamda kargaşa ve ihtiyaçları karşılayamama hâli oluyor. Peygamber Efendimiz bu kargaşanın ve münafıkların ortalığı karıştırmasına mâni olmak ve İslamiyet’in kardeşlik bağlarıyla kuvvetleneceğini, o kargaşanın ancak kardeşane ilişkiler ile düzeleceğini anlatmak için muhacirlerle Ensar’ı 2’şer 3’er birbirleriyle kardeş ilan ediyor. Tarlaları beraber sürüyor hayvanları beraber güdüyor beraber aynı haneyi paylaşıyorlar. Ensar’ın bu hâlis, samimî, paylaşımlarına binaen ayet iniyor. Haşir Suresi 5. Ayette, “… Hatta kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından korunmuşsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” deniliyor ve Ensar medhediliyor.
Ensarın bu yüksek vasıfları Muhacirleri çok etkilemiş memnun olmuşlardı ancak bu sevaptan hisse alıp alamayacaklarını merak edip Peygamberimize (asm) soruyorlar: “Bu kardeşlerimiz kadar fedakar kimseler görmedik, öyle ki onlar kendi tarlalarını işleyip, bize hisse verecekler ve bundan dolayı bütün sevabı alacaklar.” Peygamber Efendimiz de onlara “Sevdiğiniz, övdüğünüz ve onlar için hayır dua ettiğiniz sürece sizler de Allah’tan mükâfat alırsınız” cevabını vererek teselli ediyor.
Bu olayın da bizlere birçok açıdan ders verdiği çok açık. Bizler de birbirimizi nefsimize karşı tercih edip kardeşliği sağlamlaştırmalıyız. Maddî manevî verici olmalı kardeşane ilişki içerisinde birbirimizi sevmeli koruyup kollamalıyız.
Bir diğer vechi ise bir kardeşimden bana bir iyilik dokunmuş ise benim de ondan Allah katında mükâfat alabilmem için onu önce sevmeli, kendi iç âlemimde onu şahıslaştırmadan övmeli ve onun hakkında hayır duasında bulunmalıyım. Bu mükafat, ben ne kadar bu hâlde isem benim haneme yazılacak ve ben o kadar süre boyunca ondan mükafatlanacağım. İşte bu yüzden hizmetimizde şahs-ı manevî düsturu vardır. Birbirimize kardeş olmamız her şeyimizi maddî manevî bölüşmemizi netice veriyor, inşallah Ensar ve Muhacir gibi... En baştan beri söylüyoruz ya “Mesleğimiz Sahabe mesleğidir” diye. Peki, o şahs-ı manevî zamanla sınırlı mıdır? Yoksa biz farkında olmasak da gaflete düşsek de o şahs-ı manevînin içinde Sahabeler de var mıdır? Manevî rabıtalarla bağlı mıyızdır onlarla? Tabiî ki de bağlıyız. Aksi hâlde ilk hac ibadeti yapılırken o küçücük topluluktan müşrikleri dağlara tırmandıracak kadar güçlü ve yüksek “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk…” sesleri yükselir miydi? O sesler kardeşane bağ ile bağlı olan tüm İslâm âleminin manevî ilk haccı ve zikri olabilir miydi?
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’lmülke lâ şerike leke…”
“Tekrar tekrar icabet sana Ya Rabbi, tekrar icabet sana, tekrar icabet sana. Senin ortağın yoktur. Her emrini ifaya hazırım. Hiç şüphe yok ki, hamd ve nimet sana mahsustur. Mülk [kâinatın mutlak hükümranlığı] senindir. [Bunların hiçbirinde] senin ortağın [ve benzerin] yoktur.” Âmin…