Millî eğitim çarkından ilkokul sonrası ayrılan ve Medresetüzzehra’nın devlet ve siyaset şubesinin “çarıklı erkan-ı tedris- lerinden” olan Mehmet Kutlular, 2002’de, AKP’nin iktidara gelmesinden kısa süre sonra yaptığı bir Ankara ziyaretinde, Yeni Asya okuyucusu bazı bürokratların da bulunduğu bir sohbet ortamında, şu soruya muhatap oldu:
“İktidar bürokraside üst kademelere getirmek ve beraber çalışmak için güvenebileceği bürokrat arıyor. Bizim kendilerine oy ve siyaseten destek vermediğimizi biliyorlar, ama bizlere de teklifte bulunacaklardır. Bu tekliflere nasıl bakmalıyız?”
Kutlular Ağabey’in cevabı net oldu:
“AKP’ye siyaseten oy ve destek vermemiş olmanız devlet memuriyetinin gerektirdiği görevleri üstlenmenize engel olmamalı. Hukukun içinde kalmak ve iman hizmetinize mâni olmamak şartıyla elbette verecekleri görevleri kabul edebilirsiniz.”
O gün orada olanlar, “iman hizmetinize mâni olmamak şartıyla”nın anlamını biliyorlardı: Asıl din hizmeti bürokraside var olmakla ya da yükselmekle değil sivil alanda ve ihlâsla yapılan hizmettir. Ancak cevaptaki “hukukun içinde kalmak şartıyla” kısmını şaşkınlıkla karşıladılar ya da önemsemediler. Merhumun o kelâmı bugün bize yardımcı olacak.
***
“İktidar değişikliği şart” gibi sert ve net yazılarımızı okuyan ve “ben de dindar demokratım” diyen bazı okuyucularımız haklı olarak soruyorlar: Ben de bürokrasideyim. Ne yapayım?
Aslında, bu soruları, bilhassa seçimler öncesinde, muhalif siyasi liderlerin, bürokratları icraatında ve seçimlerde tarafsızlığa davet eden sert ve net konuşmalarından sonra da duyduk. Bilhassa son seçim öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in yaptığı ikazlar ve yakın zaman önce İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu’nun sert açıklamaları bir örnektir.
Biz de yazılarımızda zaman zaman Anayasalarda da yer alan “kanunsuz emir” ve “konusu suç olan emir” kavramları üzerinden bu konuları ele alıyoruz.
Bir örnek:
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/kanunsuz-emre-uyani-ikaz_551603
***
Bu “hukuka uyma” ilkesini güncele uyarlamaya gelince:
Ankara Sosyal Bilimler Vakfı’nın (ASBV) yaptırıp yayınladığı 2024 Değerler Araştırmasına göre insanımızın kendisini tavsif etme şekli şöyle:
Çevreci %93, inançlı %91, milliyetçi %85, cumhuriyetçi %82, demokrat %76, ulusalcı %73, Atatürkçü %70, dindar %69, İslâmcı %66…
Daha önce de yazdığımız üzere bu oranlar bir kavram kargaşasını ve kafa karışıklığını da gösteriyor olabilir. Ama neticede toplumun ve devlet memurlarının -ve elbette yargı mensuplarının- %76’sı “demokratım” ve %69’u aynı zamanda “dindarım” diyor.
Bu oranlar hem hayra yormak ve hem de ikaz ve ihtar gerekliliği için bir başlangıç olabilir.
Bizim bu yazımız da bir ikaz/yakaza yani uyarı/uyandırı yazısı sayılsın.
***
Bilhassa yargı ve güvenlik bürokrasisi açısından bakıldığında, dindar demokratların, dindarlık hassası ve hassasiyeti cihetinden gelen ciddi bir riskin içinde oldukları açık.
Zira aynı araştırmanın da gösterdiği üzere toplumun %63’ü Türkiye’de mahkemelerin bağımsız ve tarafsız şekilde karar verdiğini düşünmüyor ve mahkemelere tam güvenenlerin oranı %29.
Yargı bile böyleyse yani “tuz kokmuşsa” diğerlerini siz düşünün.
Bu büyük erozyonun sadece kötü yönetimden ve gerdirici siyasetten değil aynı zamanda kanuna aykırı ve hatta suç olan bürokratik işlerden kaynaklandığı açık.
Bu dönemde sadece muhalif siyasetçinin yargıya muhatap olduğu ve bürokrasinin kendi meselesini kendi içinde “çözdüğü” yani çok suçların “şimdilik” cezasız kaldığı da açık.
Bu da gösteriyor ki dindar demokrat bürokratların çoğu, alıştıra alıştıra pişirilen kurbağa durumunda.
Altı yanan kazanda olduklarını fark etmeyenlerin bir kısmı sahip olduğu bürokratik pozisyonu mutlaka muhafaza etmeyi bir “din hizmeti” olarak görüyor. Bazıları da bürokraside “dine daha yükseklerden hizmet edebilmek için” kendisini mecbur biliyor.
Ve onlar bu “yüce” hedef uğrunda önce küçük sonra büyük hukuksuzluklara imza atıyorlar.
Bu yangında vicdanını muhafaza edebilen gerçek demokrat bürokratlara selâm olsun.
Bu yazıyı paylaşıp diğerlerini de uyandıracak olanlar da o küçük azınlıktır.