İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu ve yönetim kurulu üyelerinin görevden alınması teşebbüsü ile ilgili tartışmalar sürüyor.
Görünüşte bu bir yargı operasyonu. Ve görünüşte yargı yürütmeden bağımsız.
Ama uzun zamandır, Adalet Bakanıyla ve dolayısıyla Cumhurbaşkanıyla il başsavcıları ve ağır ceza mahkemesi başkanları arasında görünmez bir bağın ve dolayısıyla bir hiyerarşinin var olduğunu adliyeye az çok işi düşen ya da siyasetle az çok ilişkisi olan herkes biliyor.
Zaten hiç kimse bu son operasyonun iktidarla ilişkili olmadığını da düşünmüyor.
Muhalif olan ya da iktidara şüphe ile bakan herkes, konunun siyasî olduğunu, hükümet politikası olarak muhalefetin susturulmak istendiğini ve bu tür davaların ve krizlerin de muhalefeti susturup sindirmek amacıyla çıkarıldığını biliyor ve dillendiriyor.
Türkiye Barolar Birliği’nin ve Başkanı Erinç Sağkan’ın İstanbul Barosuna açık desteğinin sebebi de bu basit ve temel bilgi.
Zaten iktidar medyasında ya da AKMHP cenahında bir kişi de kalkıp “Bu işin siyasetle alakası yok, yargı bağımsız, kendi işine bakıyor” demiyor, diyemiyor.
Aksine iktidar medyası net biçimde işin arkasında duruyor ve elde edilmesi istenen neticenin sosyal gerekçelerini hazırlıyor.
İşte konu hakkında bir gazete(!) haberi:
***
“PKK’lı teröristlere kucak açan İstanbul Barosu’na dava! ‘Yeniden seçim yapılsın’
“İstanbul 1 No’lu Barosu’nun geçtiğimiz aylarda, Suriye’nin kuzeyinde güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada öldürülen PKK/PYD’li iki terörist hakkında yaptığı açıklamayla ilgili yürütülen soruşturma tamamlandı. Terör sicilleri kabarık olan iki teröristin öldürülmesinde devleti savaş suçu işlemekle itham eden İstanbul 1 No’lu Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu ve baronun yönetim kurulu üyesi 10 isim şüpheli oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Kaboğlu ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevine son verilmesi ve yerlerine yenilerinin seçilmesi talebiyle davaname düzenlendi. Davanamede Kaboğlu ve ekibinin yönettiği baronun, kuruluş amaçları dışında faaliyet gösterdiğine dikkat çekildi.”
***
Bu kafayla haberi yazanlara göre “kutsal devlet”in savaş suçu işlediğini iddia etmek suçtur, devlet daima haklıdır, muhalefet daima suçludur.
Bu yaklaşımla soruşturma yürütenlere göre devletin icraatını eleştirmek ve iktidara muhalefet etmek kendi başına suçtur. Kanunda yazmasa da…
Bunlar Türkiye’yi hukuktan uzaklaştırmaktan ve bizi hür dünyaya daha fazla mahcup etmekten başka işe yaramıyor.
Biz olayın başka bir tarafından daha bakacağız.
Baroların alternatif ya da “muhalif” olanlarının yani 2 noluların yönetimleri bu işe ne diyor?
(Önce hatırlatalım: Konu terör ise iktidar değişse dahi sürecek olan bir durumdan söz ediyoruz demektir.)
İstanbul 2 No’lu Barosu’nun ve Ankara 2 No’lu Barosunun şimdiki başkanı Av. Niyazi Paksoy ile Av. Gökhan Ağdemir ve yöneticileri, yarın iktidar değiştiğinde benzer gerekçelerle benzer muamelelerle karşılaşırlarsa komşu baroların kendilerine sahip çıkmalarını isteyebilecek mi?
Bizim cevabımız net. Biz o zaman da hukuku ve demokrasiyi savunuyor olacağız.
Terör bitecek olsa yani buna emin olsak hepimiz derhal ağzımızı kapatalım. Muhalefeti hep beraber susturalım.
Ama düşünelim: Terörü var eden ve devam ettiren acaba muhalefetin varlığı mıdır yoksa yokluğu mu?
Devletin yurt dışında yaptığı “infaz”ların yargısız olmasını eleştirmek ve devleti uluslararası hukuka davet etmek neden suç olsun ki?
Prensibi tekrar edelim: “Muhalefet meşru ve samimi bir muvazene-i adalet unsurudur”.