Devletler eski tarihlerden beri dünyanın muhtelif coğrafyaları için hegemonya yarışı içerisinde olmuşlardır. Modern dönemde de bu rekabet farklı alanlarda devam etmektedir.
Topraklarında güneş batmayan İngiltere emperyalizm, kolonyalizm ve hegemonya yarışında sınır tanımayan özelliğiyle öne çıkmaktadır. Bugün Rusya ve Çin bölgesel ve uluslar arası arenada adlarından söz ettirmektedir. Her iki ülkenin Orta Asya politikaları, uzmanlar tarafından takip ediliyor.
İngiliz coğrafyacı, akademisyen ve siyasetçi Halford John Mackinder (1861-1947), coğrafya ve dış politika arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisi kuran ve uluslar arası ilişkilerde jeopolitik teorilerin ortaya çıkmasında önemli katkıları olanlardandır. Mackinder için Orta Asya, Avrasya’nın “Heartland” yani kalbi veya merkezidir. Mackinder “Orta Asya’yı yöneten dünyayı yönetir” ifadesiyle, Orta Asya’nın jeostratejik ve jeopolitik gerçeğini belirtmektedir. Bu iki özelliğiyle Orta Asya, küresel güç dengesini derinden etkileyebilen ve değiştirebilen bir bölge.
Orta Asya’da geçmişte ağırlıkta Rus ve İngiliz rekabeti söz konusuyken, günümüzde ise başlıca İran, Türkiye, ABD, Rusya ve Çin’in bölgedeki ciddî politikaları mevcuttur. Bunlardan Orta Asya’da toprakları bulunan Rusya ve Çin’in, bölge hakkında Batı kaynaklı algıladıkları tehdide karşı bir takım strateji geliştirdikleri görülüyor.
Rusya’nın, imparatorluk döneminden bu yana güvenlik odaklı siyaseti biliniyor. Rusya’nın Libya, Suriye, Karabağ, Cibuti gibi farklı coğrafyalardaki çatışma bölgelerinde ve üsleriyle oynadığı rol belirleyici olabiliyor. Çin de bilhassa son 20 yılda dünya piyasalarını belirleyen bir konuma geldi. Hatta sanayi, ticaret ve yatırım hamlelerinden dolayı, enerji (petrol, doğal gaz vd.) ihtiyacı duymaktadır. Yine iki ülkenin Orta Asya’yı da kapsayan projeleri sebebiyle karşı karşıya kalabileceği tahmin ediliyordu. Ancak ne Rusya’nın “Avrasya Ekonomik Birliği” ve ne de Çin’in “Kuşak Yol Girişimi”, Asya’nın yükselen iki gücünü karşılaştırmadı. Yakın gelecekte de böyle bir durumun gerçekleşmesine pek ihtimal verilmiyor.
Rusya ve Çin’in rakip olup olmadıkları sorgulanadursun, her iki ülke, Batı’nın Orta Asya’da etkisini genişletme gayretlerini takip ediyor ve ortak tehdit karşısında, şu an için farklılıklarını fırsata dönüştürme anlayışını benimsedikleri değerlendiriliyor.
Soğuk Savaş sonrasında Rusya’nın daha çok “teknik yardım, güvenlik, terörizm, uyuşturucu ticareti, silâh kaçakçılığıyla mücadeleye yöneldiği” belirtiliyor. Diğer taraftan Çin “alt yapı yatırımları, tabiî kaynakların kullanımı, sanayi, ticaret” alanlarında yoğunlaştığı aktarılıyor. Çin’in 2001’de Orta Asya ülkeleri ile ticaret hacmi 1,5 milyar ABD Doları iken, 2019’da 46,5 milyar Dolar’a yükseldiği kaydediliyor. Çin, “Pekin Fuarı 2018” tanıtımıyla Türkî Cumhuriyetler de dahil olmak üzere, tüm Orta Asya ülkeleriyle önemli boyutta yabancı yatırımlara yöneldi.
Rusya ve Çin’in farklı alanlardaki yükselişi, Orta Asya ve Avrasya’da Batı etkinliğini önleyebilecek “rekabetten ziyade tamamlayıcılık”a dönüşmesi de ihtimallerdendir. Rusya’nın Ukrayna, Suriye ve Libya’da dönem dönem Batılı ülkelerin uygulamalarında rahatsızlığı her kesin malûmu. Aynı şekilde Çin’in de özellikle ABD ile yaşadığı Huawei üzerinden yürütülen ticaret savaşı şeklinde adlandırılan sorun bilinmektedir.
Dolayısıyla Orta Asya’nın merkezinde, Rusya ve Çin arasındaki “rekabet veya tamamlayıcılık” tartışmasındaki ortak temel motivasyonu “Batı karşısında duruş”ları belirlemektedir demek doğru olacaktır.
Bugün ise, Rusya ve Çin’in “Batı karşısında duruşları”ları, geçmişte devletler arasında imzalanan dostluk anlaşmalarını çağrıştırmaktadır. Rusya ve Çin arasındaki rekabetten bahsederken, tamamlayıcılığın kırılganlığı da unutulmamalı.