1971 yılı Aralık ayı ortalarında vefat eden Eşref Edib’in 1963’te kendi imzasıyla, Sebilürreşad Yayınları arasında çıkan “Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk: Tenkid ve Tahlil” isimli bir kitapçık var. Sahaflar’da bulduğumuz bu kitapçığın bir özetini o-kuyucularımıza burada iftiharla takdim ediyoruz.
Üstad Bediüzzaman’ın kadim dostu Eşref Edib, bu çalışmasında hariçten bakan bir nazarla, öyle güzel analizler, o derece takdire şayan tesbit ve yorumlarda bulunuyor ki, hakikaten hayran kalmamak elde değil.
Bu sebeple, Said Nursî, Nur Talebeleri ve Risâle-i Nur ile alâkadar olan herkesin pür dikkat ve teenniyle bu seri yazıyı okuma-larını ve uygun gördüğü kimselere ulaştır-malarını hararetle tavsiye ederiz.
Esasen, bu kitapçıkta dile getirmiş olduğu bütün hususlar, ya bizzat kendilerinin gördüğü, ya kaynağından okuduğu, ya da tarihin tescilinde olan hakikatler manzumesidir.
Haliyle, buna günümüz insanlarının çok ihtiyacı var. Zira, ortalık muannit muarız-lardan ve yalancı müfterilerden geçilmez bir hale geldi. Hem onlara cevap teşkil edecek, hem de yeni nesilleri doğru şekilde bilgilendirecek bu türden şahitliklere herkesin ve hepimizin ihtiyacı vardır.
O halde, hemen bakalım Eşref Edib Bey, bundan altmış küsûr sene evvel “Said Nur ve talebeleri” hakkında neler yazmış, bunları şöyle dikkatlice okumaya başlayalım.
NE TARİKAT, NE CEMİYET, NE DE SİYASÎ BİR TEŞEKKÜL
Bediüzzaman Said Nursî. Bir asra yakın zaman yaşayan bu mübarek zat, 23 Mart 1960’ta (25 Ramazan 1379) Urfa’da rahmet–i Rahman’a kavuştu. Cenaze namazı Ulu Cami’de kılındı, Halilürrahman Dergâhı’na defnedildi. Allah, gani gani rahmetine mazhar eylesin.
Bu nadide ve kıymetli varlığın şahsiyetini, mesleğini, eserlerini tetkik ve tahlil etmek, üzerinde muhtelif noktalardan işlemek, teşhisine çalışmak, ilmî ve içtimaî bir vazi-fedir.
Şöhreti memleketimizin ve tâ Hindistan’a kadar İslâm dün-yasının her tarafını kaplayan, Almanya’da nâmına enstitü açılan bu zât kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Muhtelif halk tabakaları arasında şâyân–ı hayret derecede kuvvetli rabıtalar [bağ-lar] husûle getirmesinin sırrı ne idi? Bu bir tarikat mı? Bir cemiyet mi? Yoksa siyasî bir teşekkül mü?
Gerek idarî, gerek adlî olarak, bu hususta çok takipler yapıldı. Derin tetkikler, uzun ve müselsel [zincirleme] muhakemeler cereyan etti.
Ne tarikat, ne cemiyet, ne de bir siyasî teşekkül olduğu hakkında herhangi bir neticeye varılamadı. En ufak bir delil bile elde edilemedi.
O halde ne idi?
Bir savcının [Afyon savcısının] tahminine göre, memlekette lâakal 500–600 bin kişi nasıl olmuş da bu zâtın etrafında toplan-mıştı? Ve bu âdet, günden güne neden artıyordu?
GÖNÜLLERDE YAŞAYAN BİR NUR
Evet, ortada bir topluluk vardı. Fakat bu topluluk, kànunun müdahale çerçevesine girmiyordu.
Bir cemiyet gibi programı, teşkilâtı, âzası yoktu. Bir parti gibi siyasî bir programa ve teşkilâta tâbi değildi. Kazıyye–i muhkeme haline gelen mahkeme kararıyla, bu cihet tebeyyün ve tahakkuk etmişti.
Böyle maddî yollardan gidilmek şartıyla, daha senelerce tahkikat ve tetkikat ya-pılsaydı, yine bir neticeye varılamazdı. Çünkü bu, gönüllerde yaşayan ruhî bir rabıta idi.
(Devamı var)