Cemiyetteki sert, köklü ve radikal gelişmeleri bir tek sebebe bağlamak sığlıktır, basitliktir, işin kolayına kaçmaktır… Hangi toplumda ve dünyanın neresinde olursa olsun, genel-geçer kaide budur.
Yani, muhtelif sebeplerin içtima edip bir araya gelmesi neticesinde, devlet ve millet hayatında çoğu kez dönüm noktası teşkil edecek hadiseler vücuda gelir.
Onun içindir ki, bu derece tesir icrâ eden değişim ve dönüşümleri bir tek sebebe bağlamak hikmete uymadığı gibi isabetli de olmaz.
Meselâ: Suriye’de yaşanan hızlı ve radikal gelişmeleri sadece Rusya’nın veya İran’ın tavrına bağlayarak “Onlar Esad’ı sattılar” demek, yetersiz bir izahattır. Onlar sebepler zincirinin bir halkasını teşkil eder.
Aynı şekilde, Suriye’de olup bitenleri sadece İsrail’in yayılma politikası veya ABD’nin bölgedeki projesinin bir eseri olarak görmek, yine eksik bir değerlendirme olur. Ha, bunlar da şüphesiz ki sebepler zincirinin önemli halkalarıdır; ama, bütün mesele bundan ibarettir denilmez.
Dolayısıyla, sebeplerin tamamına birden bakmak icap ediyor.
Yani meselâ: İthal Baas rejiminin ve kukla Esed ailesinin arşa dayanan zulmü görmezden gelinemez. Kezâ, milletin cehalet saikasıyla hukukunu bilmemesi, en büyük hasmını dost zannetmesi, iradesine tam sahip çıkmaması da yaşananlara birer sebeptir. Aynı şekilde, menfi hareket edenlerin ortalığı bulandırması, bilhassa Arapların yanı başlarındaki doymak bilmeyen İsrail zulmüne sessiz kalması gibi sebepler de, bölgenin istikrarsızlığına ve radikal gelişmelerin zuhûruna sebebiyet veriyor.
Bütün bunların yanı sıra, gerek ekonomik açıdan, gerekse bölge ve dünya dengeleri açısından stratejik öneme sahip topraklar üzerinde herkesin kendine göre birtakım hesapları vardır. Buna dayalı olarak, ayrıca bölgede türlü vekâlet savaşları veriliyor. Dahası, savaş giren bazı unsurlar, ecnebilere maşa olduklarının farkında bile varmadan, masum komşusunu, sivil vatandaşını, hatta din kardeşini gözünü kırpmadan vurup öldürüyor.
Ortalığı toza-dumana boğan bütün bu sebepler görmezden gelinerek, ondan sonra deniliyor ki, “İşgalci İsrail, zalim İsrail, yayılmacı İsrail…”
Bu sözler de doğrudur; ama, bunlar netice itibariyle doğrudur. Zira, kurt dumanlı havayı sever. Sen vahşet ve cehaletinle ortalığı dumana boğarsan, kurt da gelir senin malına çöker.
Demek ki, bir ülkede, bir toplum hayatında sert, derin ve radikal değişim ve dönüşümler söz konusu olduğunda, etkili rol oynayan hem iç dinamiklerin, hem dış faktörlerin tamamına bakarak yorum ve değerlendirme yapmalı. Aksi halde, söylenen sözler, yapılan analizler eksik kalır ve de yanlış olur.
***
Yakın tarihimizden bir misal getirerek mevzuya devam edelim.
Bilhassa 1839’daki Tanzimat’tan bu yana tarihimizin dönüm noktasını teşkil eden hadise ve icraatlarda da hem iç dinamiklerin, hem dış faktörlerin etkisi olduğu muhakkaktır. Bu faktörlerin sadece etkileme oranları farklıdır. Bir de, bu faktörlerde bazen sıralama değişikliği olmuştur. Şöyle ki:
Melesâ, bir hadisede dış faktörlerin rolü ve etkisi ağır basarken, bir başka hadisede ise içteki gelişmelerin tazyiki ön plâna çıkmıştır. Ki, bunlar da zahirî sebepler olup, aslolan neticedir ve neticeden hasıl olan meyvelerdir.
Dolayısıyla, peşin köklü değişimlerle ilgili olarak hiçbir zaman tek sebebe takılmamalı ve peşin hükümlülükten uzak durmalı. Aksi hâlde, yanılmaktan ve yanlışa düşmekten kurtulamayız.
Velhasıl, dün olduğu gibi, bugün ve yarın Suriye’de yaşanacak olanlarda, evvelâ yerli halkın bilgisi, şuur ve iradesi en önemli iç faktörler arasında yer alacaktır. Diğer yandan, zalimâne işgal ve istilâ hareketleri artık tescilli hale gelen İsrail ve müttefiklerine karşı halkın takınacağı millî tavır, bu kez dış faktörlerin dizayn edilmesinde etkili rol oynayacağı muhakkak görünüyor.
Zira, bugünkü dünyada hiç kimse halkın şuurlu iradesine uzun müddet ipotek koyamaz ve dayatmalarla ona boyun eğdiremez.