Tek adamdan kastımız, hayatî konulardaki yetki ve inisiyatifin tek kişide toplanmasıdır. Bir yönüyle “kanundan üstün adam” manasını taşır.
Rey-i vâhid, şahs-ı vâhid diye de isimlendirilen “tek adamcılık” sistemi, eski zamanlarda geçerliydi. Son sözü şah, kral, hakan, sultan, padişah söylerdi. Emr û fermân onlara ait idi. Verdiklerin emri yerine getirecek kuvvetleri vardı.
O sistemde, “Kimin kılıcı keskin, kalbi katı ise”, o ileri gidebiliyordu. “Şahs-ı manevî”nin hükümfermâ olduğu zamanımızda ise “Kimin aklı keskin, kalbi parlak ise, o ileri gidebiliyor.
«
İmparatorluklar, Birinci Dünya Savaşında sonra, Osmanlı’da olduğu gibi, Avrupa’da ve Uzak Doğu’da da ömrünü tamamlayarak tarihe karıştı.
Ardından, kendini padişahtan da üstün gören “tek adamlar” çıktı tarih sahnesine. Bunların en önemli vasıfları, önce kendi halkına cebir yoluyla birtakım dayatmalarda bulunmak, hile ve desise ile onları bir hedefe doğru sürükletmek, sonra da onları başka unsurlarla çatışmaya sevk ederek dünyayı ateşe vermek tarzında göründü.
İnsanlık tarihinin en kanlı muharebesi olan İkinci Dünya Savaşının baş aktörleri işte bunlardır: Bunlar İngiltere’de, Rusya’da, Almanya’da, İtalya’da bir şekilde “tek adam” konumuna yükseldiler; ardından, Kuzey yarım küreyi kan gölüne çevirmek için ordulara ateş emrini verdiler.
1945’te Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulmasından ve “soğuk savaş dönemi”ne girilmesinden sonra, yine “tek adam” rolünü oynayan bazı liderler boy gösterdi gerçi. Fakat, neticede görüldü ki, bunlar en çok kendi milletine zarar verdi ve kendi ülkesini sıkıntıya sokup geri bıraktırdı. Komünizmin çökmesi, demir perdenin yırtılması, utanç duvarının yıkılmasıyla sonuçlanan bu dönem de mecburiyetle tarihin mezarlığını boyladı.
Böylelikle, ideolojik yönetimlerin yanı sıra, bu devirde kullanışlı olmaya yüz tutmuş “tek adam” idaresindeki rejimler de bir bir yıkılarak inkıraza uğradı. Şu var ki, yer yer tortuları devam ediyor. Bu tortuların devam ettiği ülkelerde, halkın ekseriyeti huzursuz olduğu gibi, geleceğini de güvende görmüyor.
Zira, “tek adam” yönetimleri, harici odak ve cereyanlar için son derece kullanışlıdır. Meselâ, başkasının onlarla yapmış olduğu gizli-kapaklı anlaşmalardan, plân ve pazarlıklardan kimsenin haberi olmuyor. Tabiri caizse, “milletin ruhu duymadan” ülkenin mukadderatı hakkında her şeyi yapabiliyorlar. Bunun en riskli, en tehlikeli yönü ise, ülkeyi ve milleti bilerek-bilmeyerek “toptan satış”a getirmesidir.
Bunlar, neticede kendileriyle birlikte ülkelerini de ne yazık ki harabezâra çeviriyorlar: Çavuşesku’nun Romanyası’nda, Kaddafi’nin Libyası’nda, Saddam’ın Irakı’nda, Esad’ın Suriyesi’nde görüldüğü gibi…
«
Dünyanın her yerindeki huzur ve güven ortamı için, bundan böyle “otokrasi” de denilen “lider bazlı demokrasi” tarzı değil; aksine, meclislerin emrinde çalışan “ekipler demokrasisi”nin hükmettiği yönetimler öne çıkmalı.
Zira, şahsa güven olmaz. Bir tek şahıs, karşısındaki ekipler (ortak akıl) tarafından herhangi bir zaafından tutulup bir şekilde aldatılabilir, korkutulabilir, yahut ekarte edilebilir. Buna meydan ve mahal vermemek için, devletin aklını, milletin mukadderatını “tek adam”a teslim etmekten çekinmeli, bundan imtina etmeli. Aksi halde, yakın zamanda görülen fecî örneklerin tekerrür etmesi kuvvetli ihtimal dahiline girer ki, Allah muhafaza.