Dünyada 2010’dan itibaren artan jeopolitik gerginlikler ve halk hareketleri, Rusya’nın Ortadoğu/Arap dünyasıyla ilişkilerine yeni bir boyut kazandırdı.
Özellikle 2011 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde başlayan Arap Baharı/Uyanışı, Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakı, ilhaka karşılık Rusya’nın ABD liderliğindeki G8’den çıkarılması, Donbas ve Luhanks’taki çatışmalar, Moskova’nın Batılı ülkelerle uzun süren gerginlikleri, vb. gelişmeler daha fazla izole edilmiş Rusya’yı yeni ittifaklar aramaya zorladı.
Tüm bu olaylar, “küresel petrol piyasasının dinamiklerini etkileyerek, 2014-2020 arasında değişen, dönüşen ve yeni gelişen stratejik, siyasî ve ekonomik çıkarlar petrol üreticisi OPEC dışı Rusya ile OPEC lideri Suudi Arabistan’ın işbirliğinin arttığı yeni bir dönemi başlattı.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ölümüyle, yerine Salman bin Abdülaziz tahta geçti. Bu durum Prens Muhammed bin Salman’ın da hızlı yükselişinin başlangıcıydı. “Prens Salman başlangıçta, Suudi devlet anlayışı kadar ABD’ye yakın değildi. Bir de tahtın veliahtı olmak yolunda farklı diplomatik girişimler izliyordu.” Bunlardan biri de, Rusya’yla güçlü ilişkiler kurmaktı.
Rusya, Yemen iç savaşında tarafını net belirtmese de, İran destekli Husiler’i Tahran üzerinden güvenlik şirketi Wagner Grubu’nun paralı askerleriyle desteklediği iddiaları pek çok defa uluslararası basında yer aldı. Aslında Moskova’nın Ortadoğu’da buna benzer faaliyetleri Suriye ve İran’la birlikte Yemen’de de etkinlik arayışıydı.
Bununla birlikte Prens Salman’ın Mart 2015’te Savunma Bakanı olması ve Suudi Arabistan’ın Nisan 2015’te Husiler’e karşı bir askerî operasyon başlatması dikkat çekmişti. Fakat St. Petersburg’daki Uluslararası Ekonomik Forumu’nda, Prens Salman ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile iki ülkenin Enerji Bakanları Alexander Novak ve Halil El-Falih 2 Haziran 2016’da görüştüler. Görüşme, iki ülke ilişkilerinin sadece Yemen’e bağlı olmadığı, kompartmanlar halinde yürütülebileceğinin muhtemel işaretiydi.
Yine gerçekleşen görüşme sonrasında iki ülke arasındaki siyasî hava, işbirliğine dayalı bir geçiş sağlamıştı. Hatta “Rusya ile OPEC arasında olası bir anlaşmanın tartışmaları hızlanmıştı”. OPEC ile OPEC+ (non-OPEC/OPEC üyesi olmayan petrol üreticisi ülkeler) 10 Aralık 2016’da imzaladıkları anlaşmayla, OPEC, başta Rusya olmak üzere OPEC üyesi olmayan 10 ülkeyle koordineyi kabul ettikleri bir işbirliği bildirgesini imzaladılar. Böylece “küresel piyasalarda ne kadar ham petrol satılacağına karar vermek için mutat toplanan, petrol ihraç eden 23 ülkeden oluşan OPEC+” kuruldu.
OPEC+, başlangıçta geçici bir tedbir olarak görüldü. Toplantıları da 6 ayda bir yapıldığından, üretim politikaları da 6 aylık periyotlarla belirleniyor. OPEC+’da Suudi Arabistan ve Rusya’nın veto yetkisi de mevcut. Birleşik Arap Emirlikleri ise, ikinci önemli konumda. Zikredilen üç ülke de OPEC+’ın üretim seviyelerinin belirlenmesinde önemli rol oynuyorlar. Rusya’nın 2022’den itibaren haftalık üretimlerin takibinde OPEC+’da öne çıktığı görülüyor.
Diğer taraftan Rusya’da hükümet “özel ve kamuya ait enerji şirketlerine talimat veremiyor. Özel ve kamu şirketleri üretim artışı ve kesintilerini kendileri belirliyordu. Hükümet, ancak koordinasyonu sağlamaktaydı.” Rusya iç politikasındaki “güç dengesi 1998’den başlayarak 2017’ye kadar oligarklardan ve petrol şirketlerinden devlete doğru yönelim gösterdi”. Dolayısıyla Moskova 2016’da imzalanan OPEC+ anlaşmasıyla hem ülke içindeki güç dengesinde ağırlığı ele geçirdi. Hem de Ortadoğu/Arap dünyasındaki etkinliğini arttırdı.
-Devam edecek-